KHAZAR Manash
Khazar Manash
Atsızcı

Cinsiyet: 
ileti Sayısı: 4.195
Türk var oldukça,Türkçülük ateşi de yanar durur.
|
 |
« : 01 Ekim 2015, 17:11:40 » |
|
Soğd, Amuderya ve Sırderya nehirleri arasındaki toprakların merkezi bölgesidir. Bu bölgede Hint-Avrupa grubuna dahil olan Doğu İran dillerinden birini, Sağdcayı konuşan Soğdlular yaşamışlardır. Soğdluların halefleri VIII. yüzyılın sonundan başlayarak XI. yüzyıla kadar giderek Soğdca konuşmayı ve yazmayı terk etmiş ve Soğd'un kendi topraklarında Fars-Tacik, Tiyanşan'dan kuzeydeki kolonilerde ise Türk diline geçilmiştir. Soğd'un en önemli kenti Semerkand idi. Ancak ülkede çok sayıda prenslik ve kent devletler mevcuttu.
Bozkırlarla çevrelenmiş Soğd zaman zaman aşırı nüfus yoğunluğu yaşanan zengin bir tarım ülkesi ve Asya ticaretinin merkezi idi. Henüz milattan sonra ilk yüzyıllarda Çin'de Soğd kolonileri mevcuttu, Soğdlu tüccarlar da Çin'e ve Hindistan'a giden Orta Asya ticaret yollarına hakimdiler. Bozkırlara hakim olanlar ile barış ve işbirliği ister ülkede yaşayan, ister seyahat eden, isterse de yabancı ülkelerde yaşayan tüm Soğdlular için hayati önem taşıyordu (Marshak, Raspopova 1990: 179-185).
Aynı zamanda Soğdlular tarım ve zanaat ürünleri üreticileri, eski kent kültürünün taşıyıcıları ve uluslararası ilişkiler alanında büyük bir deneyime sahip olmaları nedeniyle bozkırlarda yaşayanlar için faydalıydılar. Bununla birlikte onlarla işbirliği yapmak tehlikeli değildi. Çünkü onlar Çinlilerden ve Farslardan farklı olarak bozkır halklarıyla düşman olan büyük bir devletin tebaaları değildiler.
Soğdluların Türk halkalarıyla ilk kez ne zaman karşılaştıklarını söylemek zordur. Göktürklerin VI. yüzyılda kendi kağanlıklarını kurmalarından bir kaç yüzyıl önce gerçekleşmiş olması mümkündür. Ancak sadece bu dönemden itibaren Göktürk-Soğd ilişkileri konusunda kesin bir şey söylemek mümkündür. Altay Türklerinin Çin'le olan ilişkilerinin, muhtemelen Buhara Soğdlularının soyundan olan ve daha sonra Gansu'ya yerleşmiş An Nopanto tarafından kurulmuş olması özellikle dikkat çekicidir. O, 545 yılında Kuzey Wei hanedanının hükümdarı tarafından elçi olarak Türklere gönderilmiştir (Liu Mau-tsai 1958,1: 6-7). Muhtemelen elçi bu halkın, Türklerin o dönemde tebaasında bulundukları güçlü Juan-juanlara karşı Kuzey Çin'in potansiyel müttefiki olduklarını biliyordu. Zaten elçiler tanımadıkları ülkelere gönderilmezdi. Muhtemelen o, soydaşlarının yaşamış oldukları bir yere gönderilmiş oluyordu.
Soğdluların Altay Türkleriyle erken çağlardan itibaren tanışmış olması, o dönemde Altay demirinin çok önemli ürün olmasından kaynaklanmış olabilir. Çünkü Türkler Juan-juanlar için demir ürünler hazırlıyor, Soğdlular ise uluslararası ticareti kendi denetimlerinde tutuyorlardı.
555-563 yıllarında Juan-juanların yenilgiye uğratılmasından sonra Soğd'dan kuzeydoğuya uzayan bozkırlar artık Türklerin elindeydi. Bu dönemde Soğd ve civar topraklar Eftalitlerin yönetimi altındaydı. Bu dönemde Soğd tüccarları her iki tarafın desteğini almadan ticaret yapamıyorlardı. Soğdluların Eftalitler ve Türkler konusundaki tutumlarına ilişkin çok az şey biliyoruz. Semerkand'dan Çin'e sık sık heyetlerin geldiklerine ilişkin bilgilere 510 yılından sonraki kaynaklarda pek rastlanılmamaktadır. Bunun yerine Eftalitlerin ülkesinden gelen heyetlerden bahsedilmektedir. Enoki'nin belirttiği gibi, bu "heyetler" aslında Soğdluların diplomatik misyon kılığına bürünmüş ticaret kervanlarıydı (Enoki 1959: 1-58). Ancak 564 yılındaki "heyet" Eftalitlerden değil, Soğd adlı ülkeden gelmiştir. Muhtemelen, Göktürk-Eftalit savaşı da bu dönemde başlamış ve Soğdlular Göktürk topraklarından Eftalitlerin adıyla geçmek istememişler. Bu savaşla ilgili Firdevsi'nin (X. yy.) ünlü "Şehname" eserindeki hikayede Soğd'un ve Kuşan'ın (Semerkand Soğdu'nun batı kısmı) yerli halkının savaşlara katılmadığı, sadece seyirci kaldıkları tasvir edilmiştir (Ptitsın 1947: 95-306). İki göçebe imparatorluğun mevcut olduğu kısa barış döneminde Çin'de yaşayan Soğdlu göçmenlerin Göktürklerle ilişkileri konusunda elimizde yazılı kaynaklar bulunmamaktadır. Ancak kısa bir süre önce çok önemli bir bulguya ulaştık. Bu, Japonya'daki Miho Müzesi'nin elde ettiği, muhtemelen Kuzey Çin'de yaşamış ve gömülmüş bir Soğuldlunun, üzerinde Soğdluların, Eftalitlerin ve Göktürklerin kabartma usulüyle tasvir edildiği mermerden yapılmış sandukasıdır. (Juliano 1992; Watt 1996; Lerner 1995; Luliano-Lerner 1997a; 1997b; 2001). Göktürkler kendilerine özgü uzun saçlarıyla hemen fark ediliyorlar. Mezar taşı üç taraftan kabartmalı taş levhalardan yapılmış duvarlarla kaplanmıştır.1 Bunların üzerinde, ölü Soğdlu cennette Çinli eşiyle birlikte ziyafetteyken; sadece Soğdluların katıldığı anma töreni; definden dönen kadınların bulunduğu araba; Nanayya tanrıçasının Soğd'daki mabedi; Soğdlu Zerdüşt kahini tasvir edilmiştir. Bizim açımızdan önemli olan ise rölyefleri yapanın, Soğdlunun ilgili olduğu daha iki ülkenin-Eftalitlerin ve Göktürklerin yaşamından kesitleri verme gerekliliğini duymasıdır. Eftalitler Göktürklerin kullandığı oklukları olan at üstündeki avcılar, hükümdarları ise fil üstünde tasvir edilmiştir. Zira Eftalitlerin Hindistan'da da toprakları vardır. Nihayet Eftalitlerin işgal ettikleri Toharistan'daki Tiştriya mabedindeki ünlü kutsal atın tasviri yer almaktadır. Göktürklerin ülkesinin tasviri de buna benzemektedir. Yurtun içinde ve önünde Göktürklerin, at üstünde av sahnelerinin tasvir olunduğu rölyefli levha ve hükümdar şemsiyesi ile gölgelenmiş at üstündeki Göktürk kağanının törensel geçişi tasvir edilen levhalar vardır. Aradaki fark sadece Göktürklerin Eftalitlerden farklı olarak Soğdlularla birlikte defin törenine katılması ve develerle mabede hediyeler getirmesidir. Farklı ülkelerin hükümdarlarının bir resimde tasvir olunması muhtemelen Soğda özgü bir şey olmuştur. "Tang Hanedanın Tarihi"nde (Sin Tanşu, Bölüm 2216) Soğd prensliği olan Kuşan'da kuzey duvarında Çin İmparatorlarının, doğu duvarında Göktürk ve Hint, batı duvarında ise İran ve Bizans hükümdarlarının resimleri bulunan bir binanın olduğu belirtilmektedir (Biçurin, II: 315).
579 yılında ölmüş ve Siani'de (Xian) defnedilmiş An Tszya'nın (An Jia) mezarında bulunmuş VI. asra ait bir diğer sanduka üzerindeki kabartmada artık Eftalitler yer almamaktsadır; fakat daha çok sayıda Göktürk bulunmaktadır (Yin Shenping 2000; Wenwu 2001, No 1; Kaogu yu wenwu 2000, No 6; Han Wei 2001). An Jia Buhara kökenli bir Soğd ailesine mensuptur; fakat onun dedesi ve babası ise Kuzey Çin'de hizmet etmişlerdir. Onun kendisi sabao görevinde, yani kervancıların ve batılı yabancıların, özellikle Soğdluların işlerinden sorumlu memur görevinde çalışmıştır. Birçok panolar Miho Müzesi'ndeki kabartmalara benzemektedir.
Sandukanın uzun arka duvarının ortasında eşiyle ziyafet çeken sabao'nun resmi tasvir edilmiştir. Yanında ise Soğdlularla Göktürklerin görüşmesinin ve biraradaki ziyafetlerinin tasvir edildiği pano bulunmaktadır. Buradaki ziyafet sahnesi Miho Müzesi'ndeki kabartmadaki ziyafet sahnesine çok benzemektedir. Sağ tarafta sabao'nun Göktürk kağanı tarafından kabulü sahnesi bulunmaktadır. Onlar, kağanın karşısındaki halının üzerinde, aralarında kendine özgü tacıyla seçilen Soğd hükümdarının da bulunduğu daha az önemli konukların oturduğu bir yurtun içinde otururlarken tasvir edilmişler. Biraz daha sağda ise sabao'nun kendi Çin çadırında karşısında diz çökmüş şekilde bir Göktürk'ü kabul ettiğini görüyoruz. Daha kenarda yan duvarda Göktürklerin ve Soğdluların katıldığı at üstünde av sahnesi tasvir edilmiştir. Bundan sonra ise bir Soğdlunun An Tszya'ya misafir olduğu sahne ve nihayet hanımların erkek ve kadın hizmetçilerin eşliğinde gidişi sahnesi yer almaktadır. Merkezi fragmanın sağında, büyük duvarda iki levha yer almaktadır. Bunların birinde An Tszya'nın üzüm bağında Soğdlular arasında ziyafeti ve aslan avına çıkmış bir Soğdlu; diğerinde ise Soğd çadırında aralarında Göktürklerin de bulunduğu misafirlerin kabul töreni tasvir edilmiştir. Sağ taraftaki yan duvarda çok sayıda vahşi hayvanların bulunduğu bir ülkede yer alan kaplan derilerinden yapılmış yurtta kabul töreni sahnesi ve at üstünde av sahnesi yer almaktadır. Her iki sahnede ölünün tasviri yer almakta, fakat Göktürkler bulunmamaktadır. Sıranın sonunda yine de giden kadınların tasviri olan pano yer almaktadır. Nadide iki abide de, VI. yüzyılın ikinci yarısında Çin'e yerleşmiş ve Kuzey Çjou Hanedanı'na hizmet etmiş Göktürklerle Soğdluların ilişkilerinin nasıl pekiştiğini gösteriyor.
Kendi ülkelerinde kalan Soğdlulara gelince Göktürk hükümdarlarının Soğd prenslikleri konusundaki politikasının sadece genel hatlarını biliyoruz. Açıktır ki, Göktürk yönetiminin himayesi olmadan Yedisu'nun ve Kazakistan'ın güney batısının Soğdlular tarafından büyük çapta kolonileştirilmesi imkansız olurdu. Göktürklerin gelişinden bir kaç yıl sonra, 568 yılı civarında Bizans elçileri Soğdluların artık Yedisu'nun batı kısmındaki Taraz kentinde ve onun civarında yaşadıklarını belirtmişler (Mokrınin 1984: 230). Ancak bu topraklardaki kentlerin arkeolojik araştırılmalarında Göktürklere kadarki döneme ait bulgulara rastlanılmamaktadır. Bununla birlikte, ünlü Çin seyyahı Syuan Tszyan yaklaşık 630 yılında Soğdluların yaşadığı toprakların Çu nehri vadisindeki Suyab kentinden Merkezi Soğd'a kadar uzandığını ve bu yol boyunca her yerde Soğdca konuşulduğunu belirtmiştir (Beal 1884: 27).
İslam tarihçilerinin (X-XII. yy.) verdiği daha sonraki dönemlere ait bilgilerden bize sadece, Birinci Göktürk Kağanlığı Dönemi'nde vuku bulduğu anlaşılan Buhara Vahası'nda gelişen olaylara ilişkin hikaye ulaşmıştır. Bu olaylar bir Soğd kolonisinin ortaya çıkması ile sonuçlandı. Bu hikayede Göktürk Kağanı, Abruy isimli Buhara Tiranı'nın hakimiyetine son veren ve onu cezalandıran yüksek hakim sıfatıyla verilmiştir. Abruy'un takipleri sonucu Buhara zadeganları ve onlarla ilişkisi bulunanlar Göktürklerin yönetimdeki Yedisu'ya göç etmek zorunda kalmışlar. Burada onlar Taraz bölgesinde (Talas nehri vadisi) Camukat kentini inşa etmişler. Daha sonra Kağanın müdahalesi sonucu geri dönmüşler. Abruy Göktürkler tarafından idam edildikten sonra Abruy'un egemenliği altındaki yoksul halk geri dönenlere bağımlı hale geldi. Söz konusu bu topluluğun içerisinde en güçlü olanı ise Buhara Hanedanını kurdu. Bu tiranın güzel kadınları kendi haremine aldığı da hatırlatılmaktadır. S. P. Tostov bu durumun, Mazdekileri (tüm mülkiyetin ve kadınların ortak olması yanlıları) destekleyen Sasani Kubat Şahın (V. yy. sonu-VI. yy. başları) Dönemi'nde ortaya çıkan durumla benzer olmasından yola çıkarak hükümdarın önderlik yaptığı zadeganlara karşı bir halk hareketi olduğundan bahsetmektedir (Tolstov 1938; 1948: 251 vd.). Ancak kaynakta ülkede kalan yoksulların neyi veya kimi bir araya getirdiklerine, onların Abruy'a yardım ettiklerine veya hiç olmazsa Abruy Dönemi'nde onların durumunun ondan önceki ve sonraki dönemden daha iyi olduğuna ilişkin bir kelime bile yoktur.2
Taraza istikametine sürülen zenginler bozkırda sadece iki koşulun gerçekleşmesi durumunda kent inşa edebilirlerdi. İlk önce; çiftçi, zanaatkar ve tüccar nüfusa sahip bu şehrin inşası ülkenin sahipleri olan Göktürkler için yararlı olmalıydı. İkincisi; zadeganları ve tüccarları, Abruy'un ağalarını sıkıştırdığı, en azından da kendilerine yardım etmediği çiftçilerin ve zanaatkarların izlemesi gerekirdi. Muhtemelen, Soğd'da vahalar üzerindeki hakimiyetlerini tek başına pekiştirmeye gayret gösteren hükümdarlarla zadeganların önderlik ettiği kent toplulukları arasında mücadele vardı. Sonuçta Soğd'un kent devletlerinde prens hakimiyetinin yanı sıra oligarşik sivil toplulukların büyük önemi vardı. Soğd kenti olan Pencikent ile ilgili belgelerde bulunmuş VII. yy. ve VIII. yy. başlarına ait bulgular ve Mug dağındaki şehrin 722 yılında ölen hükümdarı Devaştiç'in kalesinde ortaya çıkarılan Soğd belgeleri koleksiyonu bunu söylememize olanak sağlıyor (Belenitskiy, Marşak, Raspopova 1979; Raspopova 1990).
VI. yüzyılın son 30 senelik bölümünde ve VII. yüzyılın ilk 30 yılında Göktürkler Soğd'da sosyal barışı sağlamışlardır. Bunun sayesinde de Soğd kent devletleri tercih ettikleri yönde engelsiz bir şekilde gelişmişlerdir. Göktürkler Abruy olayında olduğu gibi, yüksek hakimlik görevini yerine getirmiş, ayrıca kendilerine doğru yavaş seyeden kolonileşmeyi teşvik ederek nüfusun aşırı yoğunlaşmasını ve sosyal çatışmaların artmasını engellemeye çalışmışlardır. Göçmenlerin bir bölümünün Buhara'ya dönmesine rağmen, Soğd'un Semerkand ve Maymurg bölgelerinden gelenlerin yerleşim birimlerinin yanı sıra, Camukat kenti ve Buharalıların diğer kolonileri Yedisu'da kalmıştır.
VI. ve VII . yüzyılların kavşağında güçlü Batı Göktürk Kağanı kızını Semarkand hükümdarıyla evlendirdi (Suyşu, gl. 83, razd. o gosudarstve "Kan", Biçurin, II: 281). Bu olay, hem Soğdluların, hem de Göktürklerin oluşan ilişkilerden memnun olduğunu gösteriyor. Nitekim, Göktürkler Eftalitlerden farklı olarak Soğd kentlerinde askeri birlikler bulundurmamaktaydı. Sadece 618 yılından sonra her bir Soğd prensliğine Kağanın bir temsilcisi atandı. Yerli hükümdarlar ise "İltebir" Göktürk unvanını aldılar.
Soğd göçlerinin nasıl organize edildiğine ilişkin bilgilerimiz çok azdır. Büyük bir grubun göçünden önce göçmenlerin gideceği ülkenin hükümdarıyla bir anlaşma yapılıyordu. VII. yüzyılda kendisiyle beraber 10 000 bin kişi getiren Semerkand hanedanı şehzadesi Lobn gölü yakınlarında köylerle çevrelenmiş bir Soğd kenti inşa etti (Pelliot 1916: 111-123). 721-722 yıllarında Semerkand Soğdunun o dönemde artık Araplar tarafından fethedilmiş Batı kısmında bir grup zadegan, Arap Emirlerinin yönetimi altında bulunan topraklardan göç etmek isteyen, içlerinde 400 tüccarın da bulunduğu 14 000 göçmen topladılar. Bunların içinde Suyab'a ve Yedisu'ya göç etmeye taraf olanların da bulunmasına rağmen Fergana'ya gitmeyi yeğleyenlerin sayısı daha çoktu. Göçmenler içinde Araplara vergilerini ödemiş, ancak kendi ağalarıyla beraber giden çok sayıda köylü de vardı. Fergana seçimi yanlış oldu. Araplar Soğdlulara arkadan yetiştiler ve kısa bir zaman içinde onları yenerek, kan parasını ödeyen tüccarlar dışında herkesi öldürdüler (Grenet, de la Vaissiere).
Bu dönemde Taraz, Suyab ve Yedisu'daki diğer birçok Soğd kenti gelişmekteydi. Her bir kent ve civar bölgeleri uzun duvarlarla çevriliyordu (Kojemyako 1959: 63). Kentlerin hepsi Göktürklerin Tiyanşan Dağı'na mevsimlik göç yollarının üzerindeydi. Bu yüzden de duvarlar tarlaların göçebelerin sürüleri tarafından çiğnenmesini önlemeliydi.
Birinci Kağanlık dönemine geri dönersek, Göktürk hükümdarlarıyla onlara itaat eden Soğd kent devletleri arasındaki ilişkilerin yanı sıra başka ilişki türlerinin de mevcut olduğunu belirtmek gerekir. Birçok Soğdlu Kağanın hizmetine girmiş ve Göktürkler arasında yerleşmiştir. Diğer taraftan Göktürkler de sık sık Soğd'a geliyor ve Soğd toplumunda yer ediniyorlardı.
Öncelikle Göktürklere hizmet eden Soğdlular üzerinde duralım. 567 yılında Eftalitler üzerindeki zaferden hemen sonra bir grup Soğdlu Maniah adlı birisinin önderliğinde Göktürk kağanının elçileri sıfatıyla İran'a geldiler. Beraberlerinde ipek getirmişlerdi ve İranlılara ticari anlaşma öneriyorlardı. Ancak Şah getirilen kumaşların hepsini alarak yaktı. Bununla da Göktürk topraklarından ipek ithaline karşı olduğunu gösterdi. Bu tür gösterişli bir reddin nedeni, o dönemde İran'da ipek böcekçiliğinin ve ipekçiliğin yaygın olmasına rağmen korumacılıktan daha çok tüccar olarak gelecek Soğdluların, İran'ın Eftalit mirasını bölüştüğü ve güneye doğru yayılmasından endişe ettiği Göktürkler lehine ajanlık yapacakları korkusuydu. Bu başarısız denemeden sonra Göktürkler İran'a tümüyle Göktürklerden oluşan bir heyet gönderdiler; fakat bu da başarısızlıkla sonuçlandı. Hal böyle olunca Göktürkler, şimdiki Kazakistan bozkırları ve İdil nehriyle Don nehrinin aşağı bölgeleri üzerinden Bizansla ipek ticaretini düzene sokmak, ayrıca Asya'da İran'a ve Avrupa'da Avarlara karşı Göktürk-Bizans ittifakı oluşturmak amacıyla Maniah'ı 568 yılında Konistantinopol'a gönderdiler (Menander).
Heyetin başındaki Maniah'ın adı onu Mani dinine mensup olduğunu gösteriyor. Maniah, Göktürk Kağanının temsilcisi olmanın yanısıra ipek ticareti yapan Soğdlu tüccarların başında dururdu. Ancak o, hiç bir Soğd prensliğini temsil etmiyordu. Belirtmek gerekir ki Manilik, Buddizm ve Hıristiyanlık gibi dünya dinleri uluslararası ilişkilerinden dolayı Soğd göçmenleri arasında çok yaygındı. Ancak Soğd'un kendisinde atalarının tanrılarına inançlar ve Zerdüştlüğün özgün bir versiyonu halen başattı.
VI. yüzyılda Doğu Göktürk Kağanlığı'nın resmi yazıları Soğdca ve Hint dillerinden birinde yazılıyordu. 580'li yılların başlarında Moğolistan'da yapılmış ünlü Bugut taş anıtı bunun bir kanıtıdır (Kljastornyj, Livsic 1972; Yoshida Moriyasu 1999: 122-125). Burada Göktürk rünik yazıları hiç kullanılmamıştır. Böylece Doğu Göktürk Kağanlığı'nda katipler Soğdlu memurlardır.
Dulan Kağan'ın yönetimi döneminde (588-599) onun yakın çevresinde bulunan ve güney Çin prensesi olan karısının gözdesi Soğdlu An Suytsze idi.3 O, Kağanı'nın Kuzey Çin'in Suy hanedanının İmparatoru tarafından işgal edilen Güney Çin'in Çen Devleti'nin ihyasını hedefleyen gizli darbe planını desteklemesini sağlamaya çalışıyordu. Ancak 593 yılında gizli planı ortaya çıkaran Suy elçisine teslim edildi ve prensese ihanet eden birisi olarak kısa bir süre içinde öldürüldü.
Suy hanedanının ünlü ayanı Pey Tszyuy (Pei Qui) Batı Vilayetinin valisi olarak Soğdluların kervan ticaretinin gelişmesine yardım ediyordu. Aynı zamanda doğu Göktürk Kağanı Şibi'ye (Shih-pi) (609-619) hizmet eden Soğdluları Çin'in tehlikeli düşmanları olarak görüyordu. İmparatora şöyle yazıyordu: "Göktürklerin kendileri saf ve basiretsiz oldukları için onlar arasında husumet yaratmak mümkündür. Ne yazık ki, onların arasında çok sayıda kurnaz Soğdlu yaşıyor ve onları bilgilendirerek yönlendiriyor. Duyduğuma göre, özellikle Şi Şuhusi'nin çok sayıda kurnaz planları vardır ve o, Şibi Kağan'ın konumundan yararlanmaktadır. Ben onun bir hile ile öldürülmesi için izin istiyorum." İmparatordan onay aldıkta sonra Pey Tszyuy Soğdlu Şi Şuhusi'nin yanına bir adam gönderdi. Bu adam ona Çin'in sınır kalelerinden birinde hazine mallarının açık artırma ile satılacağını ve ilk gelenin daha geniş tercih imkanı olacağını söyledi. Kağanın iznini almadan Şi ve onun birçok yandaşı kaleye gittiler. Burada onu tutukladılar ve idam ettiler. Kağana ise Soğdlunun ona ihanet ettiğini söyledilerse de Şibi buna inanmadı. Birinci Doğu Göktürk Kağanlığı'nın sonuncu kağanı olan Heli (Hsieh-li) (619-630) Dönemi'nde yönetim Soğdluları daha çok himaye ediyordu. Ancak Kağan'ın önemli makamlara atamalarda kendi yurttaşlarına değil, onlara itibar etmesine karşı Göktürkler arasında hoşnutsuzluk artıyordu. Devlet bürokrasisinin güçlenmesi eski kabile dayanışmasının zayıflamasına ve buna bağlı olarak Kağan'la Göktürk zadeganları arasında karşılıklı güvensizliğe neden olmuştur. Ancak Soğdlular da pek güvenilir değildirler. 630 yılının başlarında Göktürklerin Tang ordusu tarafından yenilgiye uğratılmasından ve tüm Oğuz kabilelerinin ayrılmasından sonra başlarında Semarkandlı kabile reisi Sumit'in olduğu (Kang Sumi) Soğdlular da Kağan'a ihanet ettiler. Onun Hint dilindeki ismi (Sumitta, Sumitra) Buddist olduğunu, yani Buddizm'in az yaygın olduğu Soğd'u uzun zaman önce terk etmiş bir aileden geldiğini gösteriyor (Pulleyblank 1952: 324). Heli'nin diğer yardımcısı Buharalı An Tukan (Tarkan?) da Kang Sumi ile birlikte teslim oldu. Kendisiyle beraber 5000 Soğdlu getirmiştir. An Tukan'ın atalarının Kağan'ın yanına doğrudan Buhara'dan değil, Doğu Göktürkistan'daki Kuça'dan geldikleri bilinmektedir. Onun atası da Göktürklere hizmet etmiş ve yüksek "İlteber" unvanını taşımıştır.
|