Buga Yaktu
Türkçü BOZKURT
ileti Sayısı: 4.112
Türk var oldukça,Türkçülük ateşi de yanar durur.
|
 |
« Yanıtla #2 : 22 Ağustos 2015, 01:26:01 » |
|
Tekiş saltanatı süresince, akrabalık ilişkileri kurduğu Kıpçakların askerî alandaki güç ve potansiyelinden olabildiğince faydalanmak için çaba göstermiş ve büyük ölçüde Kıpçaklardan meydana getirdiği Hârezm ordusunu, döneminin en şeçkin kuvveti haline getirmişti. Ancak bütün bunlar, onun dirayetli, ileriyi gören ve otoriter bir hükümdar olması sayesinde gerçekleşebilmiştir. Tekiş otoritesiyle, hala göçebe adetlerini muhafaza etmekte olan Kıpçakları, kontrol altında tutmayı başarabilmişti. Yine de, zaman zaman Kıpçakların, Hârezmşâhlar Devleti için ortaya çıkardıkları tehlikeleri önleyememiştir.
Nitekim, kuzeyde Kıpçakları kontrol altına almasının ardından uzun bir süre Irak ve Horasan meseleleri ile uğraşmak zorunda kalmıştı. Aynı dönem içinde Cend valiliği görevini başarıyla yürütmekte olan oğlu Nasıreddin Melikşah’ı da Nisabur valiliğine getirdi. Ancak, Hârezmşâhlar Devleti’nin kuzeyinde bu şekilde ortaya çıkan otorite boşluğu, menfi neticeler vermekte gecikmedi. Tekiş’in ilgisinin tamamen başka taraflara kaymasının sonucunda Kıpçaklar arasında Hârezmşâhlar Devleti aleyhine bir hareket ortaya çıktı. Kafesoğlu, bunun nedenini Hârezm’in kuzeyindeki bozkırlara ulaşan yeni Kıpçak kitlelerine bağlamaktadır.
Gelişmeleri haber alan Tekiş, 1195’te Cend taraflarına yürüdü. Asi Kıpçakların lideri Kadır Buku Han ise, Sığnak şehrini kendisine merkez edinmişti. Hârezm ordusunun üzerine geldiği haberini alınca Sığnak’tan ayrılarak kaçmayı tercih etti. Hârezm ordusu hemen, onu takibe girişti. Ancak, bunlar olurken Tekiş’in hassa kuvvetleri arasında yer alan Uran kabilesine mensup bir Kıpçak birliği Kadır Buku Han ile haberleşmeye başladı. Zira bu birlik akrabalarına karşı savaşmak istemiyordu. Kıpçak hanına, Hârezm ordusuyla savaşa giriştiği takdirde, muharebe esnasında onun tarafına geçeceklerini bildirdiler. Hiç beklemediği bu destek üzerine Kadır Buku Han, Hârezm ordusuyla savaşmaya karar verdi. Taraflar 18 Mayıs 1195 tarihinde karşı karşıya geldiler. Savaşın şiddetlendiği bir sırada, Kadir Buku Han ile anlaşmış olan Kıpçaklar, saf değiştirerek Hârezm ordusunun ağırlıklarını yağmalamaya başladılar. Tekiş, ortaya çıkan bozgun havasını önlemeyi başaramadı. Mağlup olan Hârezm ordusunun bir kısmı savaş meydanında öldürüldü. Bir kısmı da geri çekilme esnasında çölde susuzluk ve sıcak nedeniyle hayatını kaybetti. Hârezmşâh Tekiş ise, ancak on sekiz gün sonra Gürgenç’e dönebildi. Kıpçaklar ise, ellerine geçirdikleri avantajı uzun süre koruyamadılar. Kadır Buku Han ile yeğeni Alp Direk arasında anlaşmazlık çıktı. Bunun üzerine Alp Direk emrindeki kuvvetlerle, Hârezmşâhların yardımına başvurmak üzere Cend’e gitmek üzere Sığnak’tan ayrıldı. Cend’e ulaştığında Tekiş’e bir mektup göndererek, kendisine yardımcı olduğu takdirde Kadır Buku Han’ı bertaraf edip, onun idaresinde bulunan toprakları kendisine teslim edeceğini bildirdi. Bu fırsatı kaçırmak istemeyen Tekiş oğlu Kurbeddîn Muhammed ile birlikte yeniden Cend’e yürüdü. Hârezm ordusu, Alp Direk’i yakalamak için Cend üzerine yürüyen Kadır Buku Han’ın idaresindeki Kıpçak ordusuyla şehir yakınlarında karşılaştı. Ancak bu kez zafer Hârezm ordusu tarafında kaldı. Savaş meydanından kaçan Kadır Buku Han, kendisini takip eden Kutbeddîn Muhammed tarafından esir edildi. Diğer esirler arasında Kıpçakların ileri gelen kumandanları da bulunuyordu. Kıpçak hanı, diğer kumandanlar ile birlikte zincire vurularak Tekiş’in önünden Gürgenç’e gönderildi. Esirlerin peşinden Tekiş de, muzaffer bir şekilde başkentine girdi (Şubat-Mart 1188). Ancak, Hârezmşâhların yardımıyla göçebe Kıpçakların liderliğini ele geçiren Alp Direk’in, devlete karşı sadakati fazla uzun sürmedi. Son üç yıldır sürekli olarak Kıpçakların çıkardığı isyanlarla meşgul olan Tekiş, bu defa daha farklı bir metot takip etti. Zira, Horasan’da meydana gelen gelişmeler, onu bu tarafa gitmeye mecbur bırakmıştı. Bu nedenle bir sene öncesinde esir aldığı Kadır Buku Han’ı serbest bıraktı. Yanına asker vererek, Alp Direk’in üzerine gönderdi. Sabık Kıpçak Han’ı emrindeki kuvvetlerle Sığnak üzerine yürüdü. Alp Direk, Kadır Buku Han karşısında tutunamayarak yerini ona bırakmak zorunda kaldı (1199). Böylece kuzeydeki bozkırlar yeniden Hârezmşâhlar Devleti’nin idaresi altına girmiş oldu.
Hârezmşâh Tekiş 1200 senesi içinde öldü. Yerine oğlu Kutbeddîn Muhammed, Alâeddîn lakabıyla Hârezmşâhlar Devleti’nin başına geçti. Yeni hükümdar, Hârezm, Horasan, Irak-ı Acem’i kapsayan büyük bir devlet ve çoğunluğu Kıpçaklar ve diğer Türk kabilelerinden meydana gelen 170.000 kişilik mükemmel bir ordu devralmıştı. Başa geçmesinden hemen sonrasında uzun bir süre iç meseleler ve Gurlu istilasıyla uğraşmak zorunda kaldı. Karahıtayların yardımıyla zorda olsa Gûrlu tehlikesini bertaraf etmeyi başardı. Ancak çok geçmeden Karahıtaylarla da bozuştu. 1210 tarihinde, Seyhun nehrinin doğu kıyısında bir Karahıtay ordusunu mağlup etti. Bu olayları aktaran Cüveynî’de “Kadır Han’ın maiyetinden kurtulanlar Cend civarını yağma ve tahrip etti” şeklinde bir cümle geçmektedir. Burada bahsi geçen kişi Kadır Buku Han olmalıdır. Onun son olarak yeğeni Alp Direk’i mağlup ettikten sonra Hârezmşâhlara tâbi olduğundan yukarıda bahsedilmişti. Muhtemelen Hârezmşâh Tekiş’in ölümünden sonra, devletin geçirdiği sarsıntılı dönemden faydalanarak Karahıtaylarla birleşmişti. Ancak birlikte hareket ettiği Karahıtayların mağlubiyeti üzerine savaş meydanını terk edip Cend tarafına gitmiş olmalıdır. Hârezmşâh Alâeddîn Muhammed, yağmacı Kıpçakları tenkil etmek için ordusunun başında Cend’e yürüdü. Kıpçakları mağlup etmesinin ardından yeniden Karahıtaylarla mücadele etmek üzere Maveraünnehir’e döndü. Fakat bu kez Karahıtay ordusuna yenilmekten kurtulamadı. Kıpçaklar ise, Alâeddîn Muhammed’in mağlubiyetten Hârezmşâhlar Devleti’nin tâbiyetinden çıkmak hususunda faydalandılar. Alâeddîn Muhammed ise, uğradığı mağlubiyetten sonra Karahıtayların artan baskısına rağmen asi Kıpçakların üzerine yürüdü. Bu arada, kendisinden harac istemek üzere Gürgenç’e gelen Karahıtay elçileriyle ilgilenme işini ise, annesi Terken Hatun’a vermişti. Hârezmşâh’ın, Kıpçak seferinden başarıyla dönmesinden önce, Terken Hatun, Karahıtay elçilik heyetini karşılayarak, hükümdarları Gürhan’ın bütün isteklerini kabul ettiğini bildirmişti. Bu olayla Hârezmşâh Alâeddîn Muhammed’in Kıpçak asıllı annesi Terken Hatun’un ilk defa siyaset sahnesine çıktığını görüyoruz. Terken Hatun, Hârezmşâh Tekiş ile evlenmesinin ardından soydaşları olan Kıpçakların kitleler halinde Hârezm ordusunda görev almalarında etkili olmuştu. Kendisi, Tekiş’in ancak güç ve otoritesini kullanarak kontrol altında tutabildiği Kıpçaklar arasında sözü geçen biriydi. Nitekim Kıpçaklar, Tekiş’den sonra devletin başına geçen Alâeddîn Muhammed’den ziyade, Terken Hatun’un sözünü dinlemeye meyilli idiler. Terken Hatun ise, ordudaki Kıpçaklar sayesinde elde etmiş olduğu güç ve nüfuzu siyasî alana taşımak arzusundaydı. Ancak bu teşebbüs, devlet içinde idarî alanda iki başlı bir yönetimin doğmasına ve kaosa neden oldu.
Terken Hatun, dünya tarihinde, siyasî arenada son derece etkili olmuş ender kadın şahsiyetlerden biri, hatta en başta gelenlerindendir. Dönemi anlatan kaynakların ifadesine göre, Terken Hatun adeta Hârezmşâhlar Devleti tahtının ortağı gibi hareket etmekteydi. Öyle ki, devrin ileri gelen ilmi şahsiyetlerinden kurulu yedi kişilik özel bir İnşa Divanı vardı. Bu divandan çıkan kararlar ve Terken Hatun’un emirleri, devlet idaresinde en az oğlu Alâeddîn Muhammed’in emirleri kadar etkili idi. Hârezmşâh hükümdarı, annesi Terken Hatun’un bilgisi dışında herhangi bir idarî ve askerî işe girişemiyordu. Bunun en açık örneklerinden biri de, asıl veliaht Celâleddîn Mengübertî’nin azledilip yerine annesi Terken Hatun ile aynı kabileye mensup olan Kutbeddîn Uzlak Şah’ın veliaht tayin edilmesidir. Yine, yukarıda da belirtildiği üzere, Alâeddîn Muhammed’in yaptığı fetihler ve elde ettiği askerî başarılara rağmen Hârezmşâh ordusunun çoğunluğunu oluşturan Kıpçaklar, Terken Hatun’un tarafını tutuyorlardı. Bu ise Alâeddîn Muhammed’in devlet üzerindeki idarî güç ve nüfuzunu azaltmakta idi. Muhtemelen Hârezm hükümdarı, annesinin tahakkümünden kurtulmak gayesiyle Hârezmşâhların ananevî başkenti Gürgenç’i, ona bırakarak 1212’de ele geçirdiği Semerkand’ı kendisine başkent yapmıştı. Ancak, Alâeddîn Muhammed’in bu hareketi Terken Hatun’un idarî açıdan rahatlamasından başka bir işe yaramadı. Bunu Terken Hatun’un aldığı Hüdâvend-i Cihân (Dünyanın Sahibi) lakabından ve tuğrasındaki İsmetü’l-dünya ve’l-din Uluğ Türkan Meliketü nisai’l-alemin (Dünyanın ve dinin temiz kadını, Dünya kadınlarının melikesi Uluğ Türkan) tevkii’nden anlamak mümkündür. Nesevî, onu memlekete çok hayır ve hasenatı olan, ancak çok rahat bir şekilde kan dökebilen bir kimse olarak tarif etmektedir. Hatta müellif eserinin bir yerinde Terken Hatun’dan “Allah, ona lanet etsin” şeklinde bahsetmektedir.
Diğer taraftan, Terken Hatun’un bu gücü elde etmesinde başrolü oynayan Hârezmşâh ordusundaki Kıpçaklar ile Hârezmşâh Alâeddîn Muhammed arasında bu nedenle gizli bir husumet ve karşılıklı güvensizlik oluşmuştu. Terken Hatun’un himayesindeki Kıpçak Hanları, Alâeddîn Muhammed’in göstereceği en küçük bir zaafiyeti dahi değerlendirmek konusunda bir hayli istekliydiler. Bunlardan biri de, aynı zamanda Terken Hatun’un akrabası olan Nisabur valisi Kezlik Han idi. Alâeddîn Muhammed’in yukarıda bahsedilen Karahıtay mağlubiyetinden sonra Nisabur’da isyan etmişti (604 / 1208). Ancak, süratle durumunu düzeltmeyi başaran Alâeddîn Muhammed, Kezlik Han’ın üzerine yürüdü. Asî vali, onun karşısında duramadı. Nisabur’u terk ederek Kirman’a gitti. Daha sonra Hârezmşâh’ın, Horasan’dan ayrılması üzerine yeniden Nisabur’a dönmeye karar verdi. Fakat Hârezmşâh’ın veziri Şerefülmülk tarafından Torşiz kalesi yakınlarında mağlup edildi. Bundan sonra ne yapacağı konusunda tereddüde düşen Kezlik Han nihayetinde Terken Hatun’un himayesine sığınmaya karar verdi. Terken Hatun açıkça, onun isteğini kabul etmese de, eski hükümdar Tekiş’in türbesine sığındığı takdirde bağışlanabileceğini bildirdi. Terken Hatun bu hareketiyle aşikar olmasa bile devlete ve oğluna isyan etmiş olan asî valiyi desteklemiş oluyordu. Fakat Alâeddîn Muhammed, babası Tekiş’in türbesine sığınan Kezlik’i yakalatarak idam ettirdi. Gelişmeler bununla sınırlı kalmadı. Alâeddîn Muhammed ve Hârezmşâh ordusundaki Kıpçaklar arasındaki güvensizlik, en büyük etkisini Moğol İstilası döneminde gösterdi. Hârezmşâhlar ile Moğollar arasındaki ilk karşılaşma 615 / 1218 senesinde meydana gelmişti. Kuzeyde göçebe Kıpçaklara karşı sefere çıkan Hârezmşâh ordusu ile Cengiz’in oğlu Cuci idaresindeki Moğol ordusu Irgız ırmağı kıyılarında karşı karşıya geldiler. Savaşın öncesinde Merkitleri imha etmiş olan Moğollar, Hârezmşâhlar ile mücadeleye girmek istememişlerse de, Alâeddîn Muhammed’in ısrarlı takibi neticesinde savaşmaya mecbur olmuşlardı. Mücadele Moğol ordusunun çekilmesi ve Hârezm ordusunun galibiyetiyle neticelendi. Ancak, Hârezm ordusu sayıca üstünlüğüne rağmen Terken Hatun’un akrabalarından Turgay Han komutasındaki sol kanadın dağılması üzerine Moğol kuvvetleri karşısında oldukça güç duruma düşmüştü. Hatta savaş esnasında Moğol kuvvetleri tarafından kuşatılıp, esir olma tehlikesiyle karşı karşıya kalan Alâeddîn Muhammed, oğlu Celâleddîn’in yardıma gelmesi sayesinde kurtulabilmişti. Bu savaşın, Alâeddîn Muhammed’in zihninde meydana getirdiği menfi tesirler oldukça büyük oldu. Kendilerinden çok daha az sayıdaki Moğol kuvveti karşısında düştüğü zor durum, komuta ettiği Hârezmşâh Ordusu’nun sayıca ve kuvvetçe gücüne inanmış olan Hârezm hükümdarını, düşmanın gerçek gücü konusunda endişeye düşürmüştü.
Buna bir de, Kıpçaklarla arasındaki güvensizlik eklendiğinde, Alâeddîn Muhammed’in hangi nedenlerle 1220’de başlayan Moğol istilasına karşı durmadığı daha rahat anlaşılacaktır. Zira Hârezm hükümdarı, kendisinden çok annesine bağlı olduklarını bildiği Kıpçaklara güvenmiyordu. İşte bu duyguların tesiriyle, Moğol ordusuna karşı kuvvetlerini kalelere bölüştürmek şeklinde dağınık bir savunma düzenini benimsemiş ve bu strateji Hârezmşâhlar Devleti’nin sonunu hazırlamıştı. Moğollar, kalelere dağıtılmış olan Hârezm kuvvetlerini rahatlıkla imha etmeyi başardılar. Sayıları atmış binlerle ifade edilen Kıpçak birlikleri ve yerli halk tarafından savunulan Buhara ve Semerkand gibi büyük şehirler kısa sürede birbiri ardına Moğolların eline düştü. Müdafileri öldürüldü. Hârezmşâh Alâeddîn Muhammed ise, Moğolların önünden kaçarak, Hazar Denizi’ndeki Âbiskûn adasına sığındı ve Aralık 1220’de burada öldü. Ölümünden önce, annesinin tesiriyle veliaht tayin ettiği Uzlak Şah’ı azlederek, yeniden büyük oğlu Celâleddîn’i veliaht ilan etmişti. Celâleddîn, babasının ölümünden sonra hemen işe koyuldu. İlk olarak Terken Hatun’un yaklaşan Moğol tehlikesi nedeniyle terketmiş olduğu Hârezm’e gitti. Ancak, burada bulunan Kıpçak komutanlar, onun hükümdarlığını kabul etmeye pek istekli davranmadıkları gibi, suikast teşebbüsünde bulundular. Bunun üzerine Celâleddîn, Hârezm’den ayrıldı. Geride kalan Kıpçaklar, Terken Hatun’un kardeşi Humartegin’i hükümdar seçerek, Moğollara karşı müdafaa hazırlıklarına başladılar. Moğollar ise, Cengiz’in oğullarından Cuci, Ögedey ve Çağatay komutasındaki büyük bir orduyla Hârezm’e geldiler. Kıpçaklar tarafından uzun bir süre savunulan başkent Gürgenç, buna rağmen Nisan 1221’de Moğolların eline geçti.
Hârezmşâhlar Devleti’nin parçalanması üzerine Kıpçaklar, Moğolların önünden batıya doğru çekilmek zorunda kaldılar. Hârezmşâhlar ile aralarındaki son münasebetler ise Alâeddîn Muhammed’in oğlu Celâleddîn Mengüberti zamanında Kafkasya’da meydana geldi. Kıpçaklardan bir grup, daha önceden batıya doğru hareketleri sırasında Gürcü kralı IV. David’in daveti üzerine Kafkasya’ya gelmişlerdi. Kıpçakların gelişi, Selçuklu Türklerinin akınları sebebiyle iyice köşeye sıkışmış olan Gürcü Devleti’ne yeni bir atılım gücü kazandırmış ve Gürcü Krallığı üzerindeki Türk baskısını ortadan kaldırmıştı. Hârezmşâhlar Devleti’nin yıkılmasının sonrasında batıya yönelen Kıpçakların bir bölümü de, Kafkasya’daki soydaşlarına katıldılar. Hârezmşâhlar Devleti’nin son hükümdarı Celâleddîn Mengüberti ise, batıda Tebriz merkez olmak üzere Azerbaycan, Kirman, İran ve Irak-ı Acem’de hüküm sürmekteydi. Celâleddîn, Gürcüleri itaat altına almak üzere 1229 yılında bölgeye bir sefer düzenlendi. Betak gölü kıyısında birleşik Gürcü-Kıpçak ordusuyla karşılaştı. Muhtemelen, daha önce Hârezmşâhlar Devleti’nin hizmetinde bulunmuş sayıları 20.000 civarındaki Kıpçaklar da, bu ordunun içinde yer alıyordu. Zira Celâleddîn’in onlara ekmek ve tuz göndererek, aralarındaki eski hukuku hatırlatması üzerine Kıpçaklar savaş meydanından çekildiler. Yalnız kalan Gürcü ordusu Hârezm kuvvetleri karşısında ağır bir mağlubiyete uğradı. Bu galibiyetin sonrasında, Hârezmşâh Celâleddîn, batıya doğru yaklaşmakta olan Moğol tehlikesine karşı Kafkasya’ya gelen Kıpçaklardan yardım istedi. Bunun üzerine Kıpçakların lideri Kürike, 1229’da, Celâleddîn ile görüşerek itaatini bildirdi. Ancak Celaledîn’in 1231 senesinde ölümü üzerine bu ittifaktan bir netice elde edilemedi.
Son olarak Kıpçak-Hârezmşâh münasebetlerini özetlemek gerekirse; Kıpçakların askerî alandaki potansiyelleriyle, Hârezmşâhlar Devleti’nin gücüne güç kattıklarını söyleyebiliriz. Öyle ki, zaman içinde Kıpçaklar Hârezm ordusunun ana gücü haline gelmişlerdi. Ancak, Hârezmşâh Tekiş’in Kıpçak asıllı eşi Terken Hatun’un bu gücü siyasî alana taşımak için gösterdiği çaba, devletin idarî yapısında çözülmelere neden olmuştu. Terken Hatun’un, oğlu Alâeddîn Muhammed döneminde devlet işlerine müdahalesiyle başlayan bu çözülme, yaklaşan Moğol tehlikesine karşı etkili bir direniş gösterilmesini engellemiş ve neticede Hârezmşâhlar Devleti yıkılmıştır. Bunun sonrasında, devlete bağlı Kıpçaklardan bir kısmı batıya göç ederken, bir kısmı da Moğollara tâbi olmuştu. Ancak, Kıpçak kabileler federasyonu içinde güçlü bir yere sahip olan Kanglıların büyük kısmı, Semerkand, Buhara ve Hârezm savunmalarını sırasında Moğollar tarafından imha edilmişlerdi. Bundan sonra Kanglılarla ile alakalı fazla bir bilgiye rastlanmaz. Sadece Çin kaynaklarında, bunların Moğollar adına Çin’de bazı faaliyetlerde bulundukları anlatılmaktadır.
Aydın USTA
Mimar Sinan Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi / Türkiye
Alıntı Kaynağı: Türkler Ansiklopedisi, Cilt: 4 Sayfa: 897-903
|