KHAZAR Manash
Khazar Manash
Atsızcı

Cinsiyet: 
ileti Sayısı: 4.195
Türk var oldukça,Türkçülük ateşi de yanar durur.
|
 |
« Yanıtla #2 : 15 Ocak 2014, 13:56:26 » |
|
c- Hazaraların Moğol ve Türklerin terkibi olduklarına dair görüş
Bu görüşün taraftarları, Hazaraları XIII. yüzyılın başlarından XV. yüzyılın ortalarına kadar Afganistan’ın dağlık bölgelerinde iskân edilmiş olan Moğol ve Türk askerî zümrelerinin bakiyeleri olarak değerlendirmektedirler. Cihangir’in münşisi Nimetu’l-lah’ın, Mahzân-ı Afganî adlı eserini neşreden Bernard Dorn, açıklayıcı notlar kısmında Hazaraların “Hülâgu zamanında yüz binden fazla çadır ahalisi olarak Gazne’den Kandahar’a ve oradan Belh sınırlarına kadar yayıldıklarını ve bu bölgede deve, at, koyun ve keçi yetiştiriciliği yaptıklarını” yazmakta, yine Hazaraların Mengü Han tarafından Nikuder (Nicodar Oglan)’in komutası altında Kâbil’e gönderildiklerini ve Hazaralar arasında bir kabilenin Nikuderîler olarak anıldığını belirtmektedir (Dorn 1836: 67 vd.). B. Dorn, XIII. yüzyıldan XV. yüzyıla kadar Çingiz Han ile Emir Timur zamanlarında Moğol ve Türklerin peyderpey dalgalar halinde merkezî Afganistan’a gelip yerleştiklerini ve birkaç asır içerisinde Hazaralar adında yeni bir halkı vücuda getirdiklerin söylemektedir. Dolayısıyla ona göre, Hazaralar ne sadece Moğol, ne de sırf Türk’türler. Her iki milletin terkibidirler5.
Hazaralar konusunda önemli araştırmacılardan olan E.E. Bacon da, Hazaraların Türk-Moğol menşeli oldukları kanaatindedir. Bacon, çalışmasında Hazaraların menşei ile ilgili tartışmaları ortaya koyduktan sonra, onların sadece Moğolların bakiyesi olmadıkları, aynı zamanda Çağatay (Grousset 1993: 322 vd.) ve Timurlular zamanında bölgeye gelen Türklerle karıştıkları yönündedir. Bacon,
“Afganistan’da Moğolların tarihî geçmişi göstermektedir ki, Hazaraların menşei konusunda yeni yazarların açıklamaları sıhhatli değildir. Mevcut kaynaklar Çingiz Han’ın, Horasan, Gûr ve Gazne istikametine birkaç defa ordu sevk ettiği, o kuvvetler hedeflerine ulaştıktan sonra tekrar bu mıntıkadan çekildikleri yönündedir. Çingiz Han’ın hangi daimi kuvvetini bu bölgede bıraktığına dair bir işaret yoktur. Çingiz’in, Moğolların yerleşmesi için bir yol olarak dağlık bölgenin (Kûhistan) ahalisinden bir bölümünü katlettirmiş olması da mümkündür. Günümüzde “Hazaracât” olarak adlandırılan bölgede ilk defa Maveraünnehr Çağatayları yerleşmiş, daha sonra başka Moğollar ve bazı Türk grupları ya da Türkomoğollar onlara katılmışlardır. Horasan’da yerleşen ordular, Đlhanlı hâkimiyeti aleyhine defalarca isyan etmişlerdi. Bu muhaliflerden bazılarının, takipten kurtulmak maksadıyla merkezî Afganistan’daki dağlara çekilerek burada saklanmaları mümkündür. Sonraları Timur ve oğlu Şahrûh zamanında bu bölgeye ordular sevk edilmişti. Muhtemelen Timurluların Semerkand’a dönüşünden sonra onlardan bazıları bu bölgede kalmışlardı. Böylece mevcut Hazara Moğollarının soyu sadece Çingiz Han’ın göndermiş olduğu askerlerden gelmez, aynı zamanda Çağataylar zamanında başlayıp 1447’de Şahruh’un idaresinin sonuna kadar devam eden süreçte bölgeye akan Türklerin bu ahaliyle karışmasından meydana gelir” (Bacon 1951: 234-241)
diyerek görüşünü ortaya koymaktadır. Ayrıca Hazaralar arasındaki önemli kabilelerden biri olan Poladîlerin, Timur’un ünlü komutanlarından Pir Muhammed Polad’ın ahfadı olduklarını ileri süren Bacon, Polad isminin Türkçe olduğuna ve Moğollar arasında bulunmadığına da dikkati çekmektedir (Bacon 1951: 245 vd.).
L. Dames,
“Efganistan’da, Hazara ismi, Helmand ve Tarnak vadilerinin şimal ve garp taraflarındaki dağlık mıntıkada sâkin bulunan kavme verilen addır. Hudûtları –şimâlde –Hindukuş ve Koh-i Baba’ya kadar, garpta – Herat civarına ve Harûd vadisine kadar gider; mamafih bu mıntıkanın garp ciheti kabilelerine Çahar Ayvak ismi verilir ve Hazaralerden din ve dil itibarı ile ayrılırlar; zira bunlar Sünnî olup, Türkçe konuşurlar; hâlbuki Hazaraler Şi’î olup, Farsça konuşurlar. Bununla beraber, bunlar da asılları itibarı ile, çehrelerinin de gösterdiği gibi, Türk-Moğol ırkına mensupturlar… Hazara ismi, şüphesiz, Türkçe ming (“bin”) kelimesinin Farsçaya tercümesidir ve Moğol istilâ ordularının 1000’er kişilik birlikleri ile alakadardır. Bütün bu araziye, sakinleri dolayısı ile, Hazaristan yahut Hazaracat yani “binler” ismi verilmektedir” (Dames 1993: 447 vd.)
demek suretiyle Hazaraların Türk ve Moğol savaşçı kuvvetlerinin bakiyelerinden oluştuğu ve Afganistan’daki askerî üslerde yerleştikleri inancındadır.
K. Ferdinand da,
“Onlar (Hazaralar) Moğol tipindedirler ve içerisinde halis Türkçe ve Moğolca kelimeler olan Farsçanın bir diyalektini konuşmaktadırlar. Büyük bir ihtimalle Ortaçağ’da müteaddit hücumlar sırasında Moğol ve Türklerin terkibi ile vücut buldular.” (Ferdinand 1962: 125 vd.)
diyerek, yukarıdaki görüşü paylaşmaktadır.
Afgan tarihçisi Feyz Muhammed Han ise, Hazaraları Moğollardan ziyade Türklükle irtibatının oldukça güçlü olduğunu söylemektedir. Ona göre Hazaralar:
“Hazaralar, kendilerini Cagûrî olarak iddia ederler ki, Emir Timur’un askerlerinin halefleridir ve Timur’un komutanlarından Butay Buga’nın komutası altında Afganistan’a gelmişlerdi. Aynı şekilde Hazaralar içerisindeki büyük aşiretlerden Şeyh Ali taifesi kendisini Türk kökene sahip bilir ve şahit olarak da aralarında Türkmen olarak tanınan bir grubun mevcudiyetini gösterir. Yine onların arasında Halaç ve Karluk Türklerinden gruplar vardır ki Hazaraların atalarını teşkil ederler. Onlar Moğol hücumlarından önce şimdi merkezî Afganistan adıyla isimlendirilen bu mıntıkada oturuyorlardı.” (Feyz Muhammed Han 1373: 725 vd.).
ç- Hazaraların muhtelif kabilelerden olduklarına dair görüş
Bu görüşe göre Hazaralar ne sadece Moğol, ne de Türk ve Moğolların terkibidirler. Onlar bu iki kavmin terkibi oldukları gibi, aynı zamanda bölgenin diğer sakinlerinden Tacikler, Araplar ve Peştunlarla da karışmışlardır. Çingiz Han’ın Türkistan ve Đran’ı istilası esnasında ileri karakol vazifesiyle bölgeye gönderilmiş olan Moğol birlikleri stratejik ehemmiyeti haiz yerlerde karakollar kurmuş ve bu alanlara yerleşmişlerdi. Çingiz Han zamanında başlayan bu harekât, halefleri olan ilhanlı ve Çağataylar zamanında da devam ettirildi. XIV. yüzyıldan itibaren ise bölge Timurluların hâkimiyeti altına girdi ve Hindistan, Türkistan ve iran arasındaki düğüm noktası olan Afganistan’daki bu stratejik noktaların tutulması geleneği, Türkler eliyle devam ettirildi. Bölgeye eşleri olmadan gelen Moğol ve Türk askerî unsurları, zamanla bölgenin önceki sakinleri olan Tacik, Peştun ve Araplarla evlilik suretiyle kaynaştı. Böylece Farsça konuşan komşularının nüfuzları altına girerek yeni bir lehçe olan Hezaregiyi konuşmaya başladılar. Sonuçta Hazaralar, XIII. yüzyıldan XV. yüzyıla kadar geçen dönemde merkezî Afganistan’a akan Türk ve Moğolların, bölgenin eski sakinleri olan Fars, Arap ve Afganlar ile kültü-rel birleşiminden yeni bir ahali olarak ortaya çıkmışlardır.
Bu görüş ilk defa 1962 yılında F. Schurmann tarafından ileri sürülmüştür. 1950’li yılların sonlarında Afganistan’ın merkezinde araştırmalar yapan Schurmann, mavi gözlü, sarı saçlı Mongolid bir zümre ile karşılaştığını ve bölgede yaptığı araştırmalar neticesinde
“Ayrı ve parçalanmış gruplardan teşkil edilmiş Moğolların, Hazaralar ve Aymaklarla bir akrabalığı yoktur. Aynı şekilde Hazaralar ve Aymaklar arasında da yakın bir akrabalık bulunmaz. Her üç kabile, yani Moğollar, Hazaralar ve Aymaklar hali hazırda kültürel ve kavmi ayrılıkları bakımından ayrı grupları meydana getirirler… Ben Hazaracât Hazaralarının, Kûhistan bölgesinin yerli iranlıları ile Moğol aslından işgalcilerin terkibi olduklarına inanıyorum.”
diyerek, Moğolların Tacikler ve Peştunlarla karıştığını öne sürmektedir (Schurmann 1962: 109 vd.).
Hazaraların muhtelif soyların terkibi olduğuna dair görüşün bir başka taraftarı da M.Hassan Kakar’dır. Hazaraların halis Moğol yada Türk oldukları nazariyesine muhalif olan Kakar, onların Moğol askerlerinin halefleri ve daha çok da Çağatayların bakiyeleri olarak görmekte ve 1229 ile 1447 yılları arasında muhtelif zamanlarda Afganistan’a girdiklerini ve XVI. yüzyılda Hazara adını alacak olan halkı teşkil ettiklerine katılmakla birlikte, bekâr yada eşlerini bırakarak buraya gelmiş olan askerlerin, merkezî Afganistan ve çevresindeki yerli Berber halkının (Tacik) kadınlarıyla evlendiklerini ileri sürmektedir. Ona göre, iran menşeli ve Farsça konuşan Tacikler ile akrabalık, yeni gelenlerin dilleri üzerinde tesir bırakmış ve içerisinde pek çok Türkçe kelimenin de bulunduğu Hezaregi denilen yeni bir diyalektinin meydana çıkmasına sebep olmuştur. Dolayısıyla Kakar’a göre Hazaralar, Moğol, Türk, Tacik gibi toplulukların karışımından meydana gelmiş ve XIII. yüzyıl ile XVI. yüzyıl arasında yeni bir kavim şeklinde ortaya çıkmışlardır. Zaten Afganistan ve iran’ın fethine katılan Moğol ordusunu sadece Moğol unsurlar teşkil etmiyor, onların yanı sıra pek çok Türk ve Tacik unsuru da bu ordu içerisinde yer alıyordu (Kakar 2006: 123 vd.).
d- Hazaraların menşei ile ilgili yeni bir görüş
Hazaraların menşei ile ilgili yukarıda zikredilen görüşler, bu ahali ile ilgili genel kanaatleri oluşturmaktadır. Ancak bu konuda Hazaracât’ın en önemli noktalarından biri olan Bamiyan ve çevresindeki Budist kültürün varlığına dikkat çeken S. A. Mousavi, Hazaraların menşei ile ilgili yeni bir görüşü ortaya koymuştur. Hezare adı çevresinde düğümlenen tartışmalardan ziyade, bugünkü Hazaracât bölgesinin geçmiş tarihinin detaylı bir şekilde irdelenmesi gerektiğini söyleyen Mousavi, Bamiyan’daki Buda heykelleri ile bölgede ele geçen bir kısım meskûkât üzerindeki resimlerin çok iyi incelenmesi gerektiğini ifade etmektedir. Ona göre, Buda dini Moğolların Horasan’ı istilasından en az bin beş yüz yıl önce Hindikuş’un güneyinde hâkimdi. Öyle ki, bu din her yıl binlerce Budist ziyaretçiyi bu bölgeye çekmekteydi. Hindistan ve Çin’i, iran ve Türkistan’a bağlayan askerî ve ticaret yolları üzerinde bulunan Dere-i Bamiyan ise, M.S. I. yüzyılda Budizm’in yayılma merkezlerinden biri haline geldi. Bu dini buraya getirenler ise Demirci (/Seti) kabilelerin temsilcilerinden Kuşanlardı (Mousavi 1379: 66 vd.).
Mousavi’nin Hazaraların menşeini M.Ö. I. yüzyılda Ceyhun nehrini geçerek Kuzey Afganistan’a yerleşen Kuşanlarda ve onların bakiyelerinde araması oldukça isabetlidir. Çünkü tarihî kayıtlar bu bölgede Bactria hâkimiyetine son veren ve XIII. yüzyıla kadar kesintisiz bir şekilde hâkimiyetini devam ettiren yegâne topluluğun Türkler olduğunu göstermektedir. Türklükle münasebetleri ispatlanmış olan Demirci kabileler, ilkin Kaşgar’da sakin olup, Çin ile komşuydular. Zamanla Seyhun havzasında, Hazar denizinin ve Karadeniz’in kuzeyinde yerleşmişlerdi. M.Ö. VII. yüzyıldan III. yüzyıla kadar Tiyanşan dağlarından Aral gölüne kadar yayıldılar. Demirci kabilelerin en doğusunda bulunanları Yüe-çilerdi. Onlar, Hunların baskılarıyla yurtlarından ayrılarak Đli ve Tarım havzasına geçtiler ve Maveraünnehr bölgesini ele geçirdiler. Bölgede bulunan Sakalar ve Toharları baskı altına alarak Ceyhun’un ötesine sürdüler. M.Ö. I. yüzyılda kendileri de Ceyhun’u geçerek bugünkü Kuzey Afganistan’a girdiler ve Bactria’yı zapt ettiler. Bu tarihten itibaren Ceyhun nehrinin güneyindeki topraklar Türkistan’dan akıp gelen atlı-göçebe kabilelerin yurdu haline geldi (Gubar 1374: 49). Irsî beylerin idaresindeki Yüe-çiler, M.S. 10. yüzyılda Kuşan Yabgusu I. Kujulakadphises tarafından birleştirilerek siyasî bir birlik tesis edildi (Cöhce 2001: 16 vd.). Kuşanlar, kısa süre içerisinde Zabil6 (bugünkü Gazne) ve Kâbil’i ele geçirerek Hindistan sınırlarına dayandılar. Hindistan’daki otorite boşluğundan da faydalanarak Hindistan’ın kuzeyini ele geçiren Kuşan hükümdarı Kanişka (M.S. 120-160) devletin payitahtını Hindikuş’un güneyine nakletti (Gubar 1374: 50). Yazları Kapisa’da kışları ise Peşaver’de geçiren Kanişka, bölgede yayılmış olan Budizm’i kabul ederek cihanşümul bir din haline getirdi7. Budizm onun zamanında Afganistan’ın merkezine kadar yayıldı.
Sasanîlerin hücumları neticesinde Kuşan Đmparatorluğu, M.S. 220’de Hindikuş’un kuzeyindeki hakimiyetini kaybetti. Ancak siyasî hakimiyetten mahrum kalan Kuşan kabileleri Afganistan’ın dağlık mıntıkalarında atlı-göçebe kültürlerini devam ettirdiler. Özellikle Toharistan, Bamiyan, Kâbil ve Gazne arasındaki bölge bu kabilelerin hâkimiyeti altındaydı. M.S. III. yüzyılda Seyhun havzasında yerleşmiş bulunan ve Demirci kabilelerden sayılan Eftalitler (/Akhunlar), M.S. V. yüzyılda Ceyhun nehrini geçerek Kuzey Afganistan’a girdiler. Sasanîler ile giriştikleri mücadeleyi kazanan Eftalitler, bölgedeki Kuşan unsurlarına da dayanarak 425 yılında Toharistan’da devletlerini tesis ettiler. Kısa süre içerisinde batıda Sasanîler ile girdikleri mücadelelerden peş peşe zaferlerle ayrılan Eftalitler8 doğuda sınırlarını Kapisa’dan Peşaver’e kadar genişleterek büyük bir devlet kurmayı başardılar (Cöhce 2001: 19).
Eftalitler de, tıpkı Kuşanlar gibi Çin, Hindistan ve iran arasındaki ticaret yollarını kontrol ederek hem zenginleştiler, hem de kültürel açıdan yükseldiler. Ancak M.S. VI. yüzyılda batıya doğru harekete geçen istemi Yabgu liderliğindeki Gök-Türkler, Sasanîlerle ittifak ederek Eftalitlerin siyasî hâkimiyetine son verdiler. Ceyhun nehrinin kuzeyindeki topraklar Göktürk hâkimiyetine girerken, Toharistan, Zabulistan, Kabulistan ve Soğaniyan Sasanîlerin hâkimiyetine terk edildi (Akbulut 1984: 107 vd.). Ancak Sasanîler, merkeze hayli uzak bulunan bu coğrafyadaki hâkimiyetlerini koruyamadılar. Böylece Ceyhun nehrinin güneyindeki bölgeler, Kabulşahîler ve Zabulşahîler olarak da bilinen Türk beylerinin hâkimiyeti altına girdi (Konukçu 2001: 25). Öyle ki, VII. yüzyılın sonlarında bölgeye ulaşan Đslâm ordularını burada karşılayanlar Karluklar ve Eftalitlerin bakiyeleri olmuştu. Bu dönemde Zabulistan’da Rutbil idaresindeki Kalaçlar, Badgis’te Tirek (/Nizek) Tarhan (Konukçu 1973: 68), Toharistan’da Karluklardan bir Yabgu bulunuyordu (Gibb 2005: 22 vd.; Şeşen 1985: 5)9. Yabgu’nun hâkimiyeti Demirkapı’dan Zabulistan ve Kapisa’ya, Herat’tan Huttal’a kadar olan bölgelerde hissediliyordu (Gibb 2005: 23). Görüldüğü üzere Yabgu’nun idaresindeki bölge, bugünkü Hazaracat’tan başka bir yer değildir. Zaten Çinli seyyah Hüan-Tsang (/Yuan Chwang) VII. yüzyılın ortalarında Toharistan’dan Kapisa’ya yaptığı seyahat esnasında karla kaplı Karadağ’dan geçerek Bamiyan’a ulaşmış, burada gördüklerinden oldukça etkilenmişti. Bir Türk Tigini’nin hakimiyeti altında olan Bamiyan’da yüzden fazla manastır ve altı binden fazla Budist rahibin bulunduğunu kaydeden Hüan-Tsang, Budizm’in taraftarı olan Tigin’in oldukça hayırsever bir kişiliğe sahip olduğunu belirtmiş, ayrıca bölge ahalisinin oldukça sert mizaca sahip olduğunu, kıyafet ve fizikî özellikleri bakımından Çinlilere benzediğini söyleyerek hayret etmişti (On Yuan Chwang’s Travels in India 629-645 A.D., 1904: 116-125).
Türk Şahîlerin Zabulistan ve Kabulistan’daki hâkimiyetleri X. yüzyılda Samanî devletinden ayrılan Alp Tigin’in, Gazne’ye gelerek bölgedeki Kalaç, Karluk ve Oğuzlar gibi Türk zümrelerine dayanarak Tiginîler adıyla da bilinen Gazne devletini kurmasına kadar devam etmişti. (Merçil 1989) Gazneliler zamanında Afganistan’ın tamamı hâkimiyet altına alındığı gibi ülkenin sınırları Đran’dan Hindistan içlerine kadar uzatılmıştı. Dolayıyla Kuşanlardan başlayarak, Eftalitler, Türk Şahîler ve Gaznelilerin hâkimiyeti zarfında bugünkü Hazaracât, bu fatih milletten haddinden fazla tesir kabul etmişti (Mousavi 1379: 68). Afganistan’ın merkezindeki bu dağlık bölgede Gazneli hakimiyetinden (962-1148) sonra Selçuklular (1038-1153), Gûrlular (1148-1214) ve Harezmşahlar (1214-1227) hüküm sürmüş ve tarihî süreklilik onlar eliyle devam ettirilmişti.
Harezmşahların inkırazından sonra Çingizli ve Çağatayların hâkimiyeti altına girmiş olan Afganistan’da Moğolların tesiri tedrici olmuş, Timurluların hâkimiyeti döneminde bölge bir kez daha Türk yurdu haline getirilmişti. Öyle ki, XVI. yüzyılın hemen başlarında Herat, Kandahar, Kâbil ve Gazne vilayetlerini hâkimiyeti altına alan Babur, “Kâbil ve Gazne karışıklıkla dolu yerler olduğu için Türk ve Moğul, Aymaklar, Afgan ve Hezârelerden çeşitli halk ve kabile orada toplanmışlardı. Ayrıca vilâyet bana iyice gönül bağlamıştı…” (Roux 2008: 252) diyerek, bu yüzyılda Hazaraları, Afganlar ve Moğollardan ayrı saymıştır. Muhtemelen XVI. yüzyıldan sonra Moğol kabileleri Hazaralar içerisindeki yerlerini aldılar.
|