KHAZAR Manash
Khazar Manash
Atsızcı

Cinsiyet: 
ileti Sayısı: 4.195
Türk var oldukça,Türkçülük ateşi de yanar durur.
|
 |
« Yanıtla #1 : 03 Mart 2015, 14:40:37 » |
|
Elbetti ki Osmanlı Devleti, doğuda Türkistan denilen yerde, kendi ata yurtlarında soydaşlarının ve dindaşlarının olduğunu biliyordu. En azından Türkistanlı hacılar kutsal topraklara giderken Osmanlı topraklarından geçiyorlardı ve bu yolla da olsa Osmanlı devlet adamları Türkistan hakkında bilgi sahibi oluyorlardı. 19. yüzyıla geldiğimizde ise, bu Türkistan Türklerinin durumu oldukça kötüleşti. Kazak bozkırlarını işgal ederek, kurduğu kaleler vasıtasıyla güneye inen Ruslar, 1866 yılının mayısında Hokand topraklarını ele geçirmişlerdi. Bu savaşta Buhara emirinin ordusunu bırakıp kaçması neticesinde, bütün ağırlıkları Rusların eline geçmiştir. Ruslar Buhara’ya çok ağır şartları ihtiva eden bir andlaşmayı kabul etmeye zorladılar. Bunun üzerine Emir Muzaffereddin, Buhara Müftüsü Hoca Muhammed Parsa Efendi başkanlığında bir heyeti acele olarak İstanbul’a göndermişti. Hindistan İngiliz Valiliğine ve İngiltere kraliçesine de bir mektup yazarak yardım istemişse de, ne Osmanlıdan, ne de İngiltere’den gerekli yardımı göremedi. 1868’de Buhara barış yapmağa mecbur kaldı. Ancak şartlar çok ağır olduğu için tekrar mücadeleye başladılarsa da, Ruslar önce Semerkand, sonra Urgut ve KattaKurgan’ı alarak, barış andlaşmasını kayıtsız-şartsız imzalamayı kabul ettirdiler. Bu barış andlaşması ile Buhara Hanlığı, Rusya’nın himayesi altında yarı müstakil bir devlet haline geldi. Hokand ve Buhara’nın işgali tamamlandıktan sonra Rusya, 1873 yılında çeşitli istikametlerden Hive’ye doğru hücuma geçti. Çar Deli Petro’nun tek düşüncesi Hazar Denizi’nde gemiler inşa ettirerek Hive ve Amu-derya’yı almak suretiyle Hindistan yolunu Rusya’ya açmak idi. Bu yüzden 1873’te Hanlığın başkenti Hive topa tutuldu. Bu durum karşısında Hive hanı bir müddet müdafaadan sonra şehri bırakarak çöle kaçtı. Hive Hanlığı Rus himayesini kabule, Amu-derya’nın sağ tarafında kalan bütün toprakları Ruslara vermeğe ve büyük miktarda harp tazminatı ödemeğe mecbur bırakıldı.
İlk devirlerde Buhara emiri Taşkent’teki Rus Umumi Valisi ile değil, doğrudan doğruya Petersburg Hükümeti ile münasebette bulunuyordu. Ayrıca Türkiye’ye hususi bir elçi gönderip siyasi ilişki kurmuş idi. Fakat çok geçmeden Buhara’nın Türkiye ile temasını Ruslar men ettiler.
1846’da İngiltere, Keşmir bölgesini imparatorluk sınırlarına katınca, Türkistan ile sınır haline gelmişti. Herşeye rağmen bugün Doğu Türkistan olarak bilinen bölgede yaşayan Türklerin durumu diğerlerine nazaran daha iyi görünüyordu. Bu arada 1862’de Müslüman Dunganların (veya Döngenler) büyük bir isyanı patlak verdi. 1863/64 yıllarında Kırgız beylerinden Sadık, Aktur, Yenihisar ve Taşmalık'tan topladığı ordusuyla Doğu Türkistan Türklerine yardım etmek amacıyla Kaşgar üzerine yürüdü. Etraftan katılanlarla sayıları ve gücü arttı. Köhneşehir, Yenihisar ve Feyzabad'ı ele geçirdi. Çinliler Yenişehir'e sığınınca Sadık Beg burayı bir yıl muhasara etti, fakat alamadı. Ordusunu Taşmalık'a çekti. Kuça'dan düşman kuvvetleri gelince, o da Hokand Hanı Said Sultan'dan yardım istedi. Hokand Hanı, Cihangir Hoca'nın oğlu olan Buzurg'u Kaşgar'a gönderdi ve 1864 şubatında Kaşgar'a girdiler. Sadık Beg burayı Cihangir Hoca'nın oğlu Buzurg Han'a bırakarak topraklarına geri döndü. Bu yüzden Buzurg'un Kaşgar'a girmesi ve han ilan edilmesi, Kaşgar Hanlığının fiili olarak kurulduğu tarih kabul edilmektedir. Buzurg Han ve Yakub Beg, Kaşgar'a gelir gelmez, Sadık Beg'in ve askerlerinin ellerindeki silahları almak istemişler ve ona bir suikast planlamışlardır. Sadık Beg bunların yardıma değil, kendisini ortadan kaldırmaya gelenler olduğunu geç anlamıştır. Sadık Beg'in ortadan kaldırılması ile Kaşgar bölgesine tamamen hakim oldular. 1865 tarihinde bir seyahat bahanesiyle geldiği Hotan’ı da tamamen ele geçirdikten sonra, Yakub Beg Kaşgar’a döndü. Yakub Beg'in itibarı biraz daha artmıştı. Buzurg Han onun başarılarını kıskanmış; o da Buzurg Han'ı 1866’de önce hapsetmiş, sonra da Hac’ca göndererek ondan kurtulmuştur. 1866’da gerçekleştirdiği bu darbeden sonra, Buhara emiri Muzaffereddin'e bir elçi ve hediyeler yolladı. Muzaffereddin, Yakub Beg'e “Atalık Gazi” unvanı verdi. Bazı kaynaklarda onun bu unvanından dolayı Kaşgar Hanlığına, Atalık Gazi Devleti de denmiştir. Böylece Yakub Beg kendisini han ilan edip, Kaşgar'ın tek hakimi oldu.
1868’de Ruslar, yeni kurmuş oldukları Türkistan Umumi Valiliği vasıtasıyla Kaşgar üzerine bir sefer düzenlemeyi planladılarsa da, bu sırada ortaya çıkan Hive meselesi daha önemli olduğundan bu düşüncelerinden vaz geçtiler. Ruslar, Yakup Beg'e de bir ticaret andlaşması imzalatmak istemişler, fakat o Rusların ticaret adı altında casusluk faaliyetleri yapacağını bildiği için bu adlaşmayı imzalamamıştır.
Rusların Türkistan hanlıklarını birer birer ele geçirmeleri ve Hindistan 'a doğru uzanmaları İngilizleri telaşlandırmıştı. Bu yüzden Kaşgar Hanlığıyla ilgilenmeyi bir zaruret olarak görüyorlardı. Bu sırada Türkiye ile de dost geçinen İngiltere'den Yakub Beg yardım istedi. Osmanlı Devleti, Kaşgar Hanlığının kuruluşundan itibaren bundan haberdardı. 1865’te İstanbul'a gelen Hokand elçisi Seyyid Yakub Han vasıtasıyla Kaşgar hakkında bilgi alınmıştı. İngilizler de Kaşgar'ı hem Rusya'ya, hem de Çin'e karşı bir tampon bölge olarak kullanmayı düşünüyorlardı. Türkiye'de, diğer Türkistan hanlıklarına yeterince ilgi gösterememenin ızdırabını silmek gayesiyle Yakub Beg'e yakından davranmaya başladı.
Bununla birlikte Osmanlı Devleti'nin Kaşgar'a yaptığı yardımlar dikkati çekicidir. Bunun asıl sebebi hem Osmanlının Asya siyasetinde etkili bir duruma gelmek istemesi, hem de Çin'in Osmanlı Devleti'ne doğrudan karşılık verecek olmayışıdır. Rusya'nın Hokand Hanlığını yıkmaya yönelik saldırılarının artması üzerine, Seyyid Yakub Han Töre, Hokand'a daha fazla hizmet edemeyeceğini anladığından, 1870 yılında İstanbul'dan Hokand'a dönmemiş ve Kaşgar'a gitmişti. Yakub Beg, Abdulaziz Han'a elçi olarak Seyyid Yakub Han Töre'yi gönderdi. Doğu Türkistan Türklerinin isteğine binaen Osmanlı Devleti, Kaşgar ordusunu eğitmek üzere subaylarla birlikte 2000 tüfek, 6 adet Krupp topu,Kaşgar'da imal edilmek üzere kapsül ve barut imal aletleri verdi. Yardımı götüren heyet, Süveyş kanalından geçerek Hindistan üzerinden Kaşgar'a ulaşmıştır. Heyet 100 pare top atışıyla karşılandı. Bundan sonra, Yakub Beg topraklarında hutbenin Abdulaziz Han adına okunmasını ve sikkelerin de onun adına basılmasını emretti. Osmanlı Devleti’nce Yakub Beg'e ayrıca “Emir-ül Müslimin” unvanı da verilmiştir. Yakub BegHata! Yer işareti tanımlanmamış.'e bu unvanın verilmesinden sonra, o teşekkürünü bildirmek üzere, 7 nisan 1875 tarihinde OsmanlıHata! Yer işareti tanımlanmamış. Türkiyesi'ne bir mektup göndermiştir. Mektubunda; "Devlet-i Aliyye'nin sancağını açtıklarını, hutbeyi halife adına okutup, sikkeleri AbdulazizHata! Yer işareti tanımlanmamış. adına bastırdığını" belirtmiştir. Batıya yayılmayı planlayan ve Rus istilasının önünü almak isteyen Çin, ne pahasına olursa olsun Doğu Türkistan'ı ele geçirmek arzusundaydı. Bu maksatla Çin, 1869’da 89.000 kişilik orduyla önce Şansi'yi, 1873’de de Kansu bölgesini işgal etmişti. Bu arada Ruslarla da bir anlaşma yapılarak, Çin ordusunun ihtiyaçları karşılanmış oldu. Bunun üzerine, Yakub Beg hem İngiltere, hem de Türkiye nezdinde daha çok yardım edilmesi için taleplerde bulunduysa da; ne İngiltere'den ne de bu sırada Ruslarla 1877/78 Harbi kaçınılmaz duruma gelen Osmanlıdan gerekli yardımı temin edemedi. Çin'in Kaşgar Hanlığına karşı büyük bir taarruz içerisinde olduğunu anlayan Yakub Beg, Kaşgar'da bulunan Osmanlı elçilik heyetinin başı Murad Efendi'nin yanına Seyyid Yakub Han Töre'yi katıp, yeni silah ve askeri yardım talebinde bulunmak üzere İstanbul'a gönderdi. İstanbul'a tekrar gelen Seyyid Yakub Han Töre, II. Abdulhamid'e, Osmanlı hakimiyetine tabi bir ülkeye yardım etmesi gerektiğini söylemiş; ancak bu sırada 93 Harbi olarak bilinen 1878 Osmanlı-Rus savaşından yenik çıkan Türkiye, Kaşgar elçisinin isteklerine olumlu cevap verememiştir. Yakub Han'a, sadece İngiltere'nin desteğini sağlama ve Rusya ile iyi geçinme tavsiyelerinde bulunulmuştur. Çin'e karşı savunma tedbirlerini almakla meşgul olduğu bir sırada Yakup Beg'in ölümü Doğu Türkistan için bir talihsizlikti. Onun ardından Türkistan ileri gelenleri birbirlerine düştüler. Neticede, Beg Kulu Han birliği sağladıysa da, askeri bakımdan son derece güçsüz olduğundan 1878’de Kaşgar'ın işgaline engel olamadı19. Çinlilerin burada yaptığı ilk iş, 60.000 kişilik Kaşgar ordusunu tamamen katletmek olmuştur. Bu sırada sivil halktan da binlerce insan idam olundu. Bundan sonra Çinliler, Doğu Türkistan için “Yeni Sömürge” manasına “Sinkiang” deyimini kullandılar ve haritalarda da bu adla anılmaya başlandı. Çinlilerin bu vahşi idaresi 1884 tarihine kadar devam etti. 1877 Osmanlı-Rus Savaşı (93 Harbi) daha başlamadan, Rusya’da Türkiye’ye karşı şiddetli bir kampanya başlamıştı. Pekçok ünlü panslavist ile birlikte ünlü yazar Dostoyevskiy de Rus halkını Türklere karşı kışkırtmak için yarış ediyorlardı. Ayrıca Ruslar, Balkanlarda ve Kafkasya’da casusları vasıtasıyla çalışmalar yapıyordu. Halbuki Osmanlı Devleti, Rusya’ya karşı bu faaliyetlerin onda birini bile yapacak durumda değildi. Ama, sınırın öte tarafında, özellikle Kafkasya’da Rusları zor durumda bırakmak için mesela, bir zamanlar Rus ordusunda generallik yapmış olan Musa Kunduk’un büyük bir rol oynadığı da bilinir. Halbuki Türkler ve Müslümanlar yalnız Kafkasya’da değil, Rusya’nın içinde de büyük bir kalabalık oluşturuyordu. Herkesçe malumdur ki, İdil boyunda ve Türkistan’da milyonlarca Türk vardı. Eğer Türklerin bir kısmı ayaklanacak olursa, Rusların güç bir duruma düşecekleri ve Türkiye üzerindeki Rus askeri baskısının hafiflemesi söz konusu olacaktı. Böylece Rusların Balkanlardaki Slavları ayaklandırmalarının intikamı alınacaktı. Bu sırada yine, Orenburg’daki Kazak Türklerinden olan ve 1877’de Türkiye’ye iltica eden Muhammed Rahim adındaki mümtaz bir şahsiyet, gizlice Kazak Türklerinin de, tıpkı Kafkasya’da olduğu gibi isyan edebileceklerini Türk dışişlerine (Hariciye Nezareti) anlattı. Bu plan Türk bürokratları tarafından da kabul edildi, fakat onun yola çıkarıldığı hususunda hiçbir bilgi yoktur. Bununla beraber Kazak bozkırlarındaki Türklerin gönüllerinin Türklüğün ve İslamın savunucusu Osmanlının yanında olduklarına şüphe yoktur. Ancak zorla da olsa Rus ordusuna alınan Kazak ve Kırgız askerlerini düşünecek olursak, bu planın uygulanmasının zorlukları da ortaya çıkmaktadır.
Bundan başka II. Abdulhamid’in, doğu müslümanlarını Osmanlının yanına çekmek için takip ettiği pan-islamist politikayı göz-ardı edemeyiz. Hatta 1887’de Japon imparatorunun amcasının bir savaş gemisiyle İstanbul’a yaptığı ziyarete karşılık, II. Abdulhamid de Ertugrul Fırkateyni’ni göndermiş, Hint ve Pasifik Okyanuslarında Türk bayrağını dalgalandırarak, hiç olmazsa müslüman ahalinin sempatisini celbetmişti. Padişahın ajanları Cezayir, Mısır, Hindistan ve yukarıda belirttiğimiz üzere Japonya’da faaliyete geçip müslüman kamu-oyunu kışkırtıyor, Osmanlı Devleti’ne yeni destekler kazandırıyordu. Bunun açık göstergesi 1897 Türk-Yunan savaşının bütün İslam dünyasında uyandırdığı ilgide görüldü. Osmanlı zaferleri birçok ülkede kutlandı ve bunları Hindistan, Batı Hint Adaları, Türkistan, Madagaskar ve Cezayir’deki müslümanlar arasında karışıklıklar ve ayaklanmalar izledi21 . Netice olarak, Osmanlı Devleti’nin Türkistan ve Asya’da sömürge elde etmeye çalışan Hollanda, Portekiz, Rusya, İngiltere ve Çin gibi ülkelere karşı bir yaptırım gerçekleştiremediği açıktır. Özellikle Rus istilasına karşılık bu bölgeye göndermiş olduğu silah ve techizat yardımı sembolik olmaktan öteye geçmedi. Bununla beraber Türkistan’da veya Asya’nın diğer mıntıkalarında 19. yüzyıldan itibaren bir uyanışın olduğunu ve ahalisinin ekseriyetini Türk ve müslümanların meydana getirdiği adı geçen yerlerde, belki de çaresizlikten dolayı Osmanlı Türkiyesi’ne ve halifeye karşı bir sevginin de varlığını inkar edemeyiz. Osmanlı ülkesinde iş işten geçtikten sonra, bir Türkçü uyanış söz konusu olmuş ve Türk aydınları Türklerin sadece Türkiye’den ibaret olmadığını söylemişler, bu sebeple dili, dini, kültürü bir olan Türkistanlı kardeşleriyle irtibata geçilmesi yolunda ikazlarda bulunmuşlar, ancak her zaman olduğu gibi, bunlar değerlendirilmeyerek, fırsatlar kaçmış ve Doğu Türklüğüyle Batı Türklüğünün biraraya gelebilmesi için yaklaşık 400 yıl gibi bir zamanın geçmesi beklenilmiştir.
Prof. Dr. Saadettin Gömeç
|