K A L K A N
Atsızcı

Cinsiyet: 
ileti Sayısı: 1.926
YAŞAMIMIZI DÜŞÜNCELERİMİZ YÖNETİR
|
 |
« : 15 Mart 2010, 19:44:53 » |
|
ORTAK TÜRK KÜLTÜRÜ ÜRÜNLERİNİN ÇOCUK EDEBİYATINA KATKILARI I Çocuk edebiyatı, 2-14 yaşlar arasının gereksinimlerini karşılayan bir edebiyattır. Çocuk edebiyatı çocukluk çağında bulunan kimselerin hayal, duygu ve düşüncelerine hitap eden sözlü ve yazılı bütün eserlerdir. Masallar, hikayeler, romanlar, anılar, biyografik eserler, gezi yazıları, şiirler vd. bu eserlere girer. Çocuk edebiyatı çocuklar için yazılmış olan eserlerdir (Oğuzkan, 1977: 12). Çağımızda toplumun temel ögesi olan çocuk, bütün dikkatleri üzerine toplamıştır. Çocukları anlamak için onların gelişimleriyle yakından ilgilenmek, yetişkinlere ait duyguları hissettiklerini kabul etmek gerekir. 20. yüzyıl geçen yüzyıllara oranla çocukların yüzyılı olmuştur. Çocuk eğitimi ve öğretimi için çalışmalar yapılmaktadır. Çocuk toplumda yeri olan bir değerdir (Özerdim, 1992: 3). Çocuk edebiyatı, edebiyatımızın özel bir kolu olarak halkın ilgisini gittikçe daha fazla çekmektedir. Eğitiminin büyük bir önem kazandığı günümüzde çocuk edebiyatı, genç beyinlerin gelişimi için ana etken konumuna gelmiştir. 20. yüzyılın başında çocuk edebiyatı varlığından tam manasıyla söz edilmezken, günümüzde çocuklar için yazılan metinler bilimsel olarak incelenmekte, metnin yapısı ile çocuk seviyesi arasında ortak nokta bulunmaya çalışılmaktadır. 16. yüzyıla kadar çocuklar için yazılmış kitaba rastlanmamıştır. Bu yüzyıla kadar çocuklar, edebiyat gereksinimlerini halk edebiyatı ürünleriyle ya da yetişkinler için yazılmış kitaplarla gideriyorlardı. Ülkemizde çocuk edebiyatı üzerine yazılar, düşünce ve öneriler, ilk olarak İkinci Meşrutiyet döneminde görülür. Edebiyat eserleri çocukların hayal, duygu ve düşüncelerine her zaman uygun düşmez. Zaman zaman çocuklara özel bir edebiyatın olmayacağı da ileri sürülmüştür. Çağımızda çocuklar için yazılan eserlerde oluşan bir edebiyat ortaya çıkmıştır (Oğuzkan, 1977: 13). Günümüz dünyasında çocuk edebiyatı farklı bir bilim dalı olarak algılanmakta, bu alana ait çalışmalar uluslararası bir boyut kazanmaktadır. Çocuk kitaplarının yazılması çocuk eğitimindeki arayışların sonucudur (Şirin, 2000: 15). Çocukların bilgi seviyeleri, psikolojik özellikleri, onların yetişkinlerden ayrı kitaplar okumalarını gerektirir. Bu kitaplar, dil, üslup, konu, düşünce ve tez bakımından çocuğun okuma, anlama, kavrama, zevk alma derecesine uygun olmalıdır. Günümüzde varlığını kitaplar ve dergiler yoluyla sürdüren çocuk edebiyatı radyo, televizyon, internet vd. ögelerin yardımıyla geniş kitlelere ulaşmaya başlamıştır. Çocuk edebiyatı kültürel mirasın kuşaktan kuşağa aktarılmasında, toplumsal aşamaların gerçekleştirilmesinde, sanat ve kültür yönünden çağdaş, bedensel ve ruhsal açıdan sağlıklı yaratıcı kuşakların yetiştirilmesinde çocuk edebiyatı önemli bir etken olduğunu kanıtlamış bulunmaktadır. Çocuk edebiyatı çalışmaları ülkemizde yeterince önemsenmemiştir. Çocuk edebiyatı çocukların yaşama gücünü artıran onlara yurt, ulus, bayrak, doğa sevgisini aşılayan insan sevgisini telkin eden, büyüklere saygıyı öğreten sosyal davranışlar ve güzellik duygusu kazandıran kitaplardan oluşmalıdır. Bu temalara bağlı kitapların konuları kahramanlık, gerçek hayatta yaşamayan hayal gücüne dayalı olağanüstü olanlarla da ilişkili olabilir.Çocukların sözcük dağarcıklarını arttırmak, dil gelişimlerini hızlandırmak ve onların iyi bir okuyucu olmalarını sağlamak için çocuk edebiyatı ürünlerinden yararlanmak gerekmektedir. Bu ürünler, çocukların dil eğitimine katkıda bulunmakta, onların dil gelişimlerini pekiştirmektedir. Kitap okuma zevki gelişen çocukların dil gelişimi daha hızlı olur. Çocuk kitaplarından çocuklarının ailesine, yurduna ve milletine karşı bağlılık duygularının güçlendirilmesi beklenmelidir. Fakat bunun yanında kitapların doğasal ve evrensel boyutları da ihmal edilmemelidir. Çocuk edebiyatı çocuğun yaratıcılık alanının genişlemesinde etkendir. Çocuğun yaratıcılık alanı çevresiyle sınırlıdır. Çocuk okuduğu roman ve hikayelerde olaylar kişiler ve yerlerle karşılaşarak düşleme yeteneği ve alanını genişletecek, gerçeği kavramasına yardımcı olacaktır. Birtakım sorunlarla karşılaştığında nasıl çözüm üreteceğini öğrenerek kendini hayata hazırlayacaktır. Çocuk edebiyatının toplumsal değerini ortaya koyan en önemli katkılarından biri çocuğun kültür ve sanat yönünden eğitilmesidir. Çocuğun geleceğe umutla bakabilmesi hayal kurmasına bağlıdır. Hayal kurmayan çocuk gelecekten ne isteyeceğini bilemeyecek, amaçsız kalacaktır. Çocuk edebiyatı çocukların ruhsal sağlığına katkı sağlar. İnsanlarla birlikte yaşamayı, çeşitli toplumsal sınırlamaların çözümünü sağlar. Halk Edebiyatı Türlerinin Çocuk Edebiyatına Katkıları Çocuk edebiyatıyla ilgili eserler yazılırken kaynak olarak yüzyıllarca halkın zevkine uygun türetilmiş işlenerek benimsenmiş ve kuşaktan kuşağa aktarılmış bir çok kültürel özelliği içinde barındıran halk edebiyatı ürünlerinden yararlanılmalıdır. Çocuğun dinlediği ninnilerden, sonraki dönemlerde anlatılan masallara, çocuk oyunlarından tekerlemelere, bilmecelerden efsanelere, destanlarımızdan kahramanlık hikayelerine, atasözlerinden deyimlere, bilmecelerden fıkralara, manilerden türkülere, dualardan ağıtlara, Karagözden kuklalara, meddahtan ortaoyununa kadar her şey Türk halk edebiyatının türleri içinde yer alır. Halk edebiyatı ürünlerimiz çok zengindir. Bu türlerin çocukların eğitiminde kullanılması konusuna günümüze kadar yeterli önem verilmemiştir. Eğitimcilerimizin ve yardımcı ders aracı hazırlayan uzmanların bu malzemeyi doğru ve etkili kullanmaları eğitimim kalitemizin gelişmesine büyük katkı sağlayacaktır (Yalçın-Aytaç, 2002: 38). Çocuk Edebiyatının en zengin kaynakları olan halk edebiyatı türleri çocuklar için yazılacak her tür eserde kullanılabilir. Ulusal çocuk edebiyatı oluşumunda diğer ülkelerde görülen kültürümüzün ayrılmaz parçası olan masal ve hikayelerimizden bu masal ve hikayelerin elle tutulacak kadar canlı tip ve karakterlerinden gerektiği gibi yararlanılmamıştır. Kuşaktan kuşağa anlatıla gelen halk kültürü ürünlerinin çocuk edebiyatı için ne verimli bir kaynak olduğu gözden kaçmıştır. Çocuk edebiyatı çalışmaları hem nitelik hem nicelik bakımından yeterli düzeye ulaşamamıştır. Bunun nedeni çocuk edebiyatının öneminin ve gereğinin ülkemizde yeterince kavranamamış olmasıdır. Ortak Türk kültürüne ait kültür ve uygarlık değerlerinin çocuklara aktarılması, çocukta Türklük bilinci ve ulusal kimlik bilinci oluşturulmasında önemlidir. Ortak Türk dünyası çocuk edebiyatı çalışmaları yapılmadığı için, Türk dünyası çocuk edebiyatı kitaplarında büyük oranda Türklük dünyası dışındaki halk edebiyatı ürünleri işlenmektedir. Bu da birçok sakıncayı beraberinde getirmektedir. Çocuk edebiyatı kitaplarında ortak Türk kültürü ürünlerinin yer alması önemlidir. Ulusları birbirinden ayıran ulusal kültür değerleridir. Bu kültürü oluşturan ögeler tahlil edildiğinde o ulusla ilgili kültürel keşifler ortaya çıkacaktır. Zengin bir halk kültüre sahip olan ulusumuzun duygu dünyasındaki derinlik ve zenginlik, içtenlikle sergilenen sözlü kültür ürünlerinde belirgin olarak ortaya çıkar. Özellikle türkü, mani, ninni vb. gibi anonim sözlü edebiyat ürünlerinde bu yansımaları açıkça görebiliriz. Ulusal kahramanlarımız ve tarihi kişilerimizden çocuk edebiyatı alanında yeterince yararlanıldığını söyleyemeyiz. Her edebiyat kendi kökleri üzerine bina edilirse sağlam bir yapı oluşturur. Doğu klasiklerinde engin bir hayal ve düşünce vardır. Çocuk edebiyatı alanında da yabancı kültürlerin etkisi altındayız. Çocuk edebiyatında destan, masal ve bilmece gibi folklor ve edebiyatın ortak malzemesinden yararlanarak eser vermek orijinal eser vermekten daha önemlidir. Dünyanın bütün büyük çocuk edebiyatçıları da büyük ölçüde masal ve folklordan yola çıkanlardır. Kaynaklar yeterince ortaya çıkmadığı toplumlarda yalnız yabancılaşma değil kültürsüzleşme de yaygınlaşır. Çocukların ilgi alanlarını dolduran kaynaklara ve konulara ağırlık vermemiz de kaçınılmaz olacaktır (Miyasoğlu, 2002:385). Ulusal kahramanlarının adlarını bilmeyen Türk çocukları şiddeti ruhun derinliklerine yerleştiren ve paradigma olarak ötekini düşman kabul eden bir anlayış Pokemon kahramanlarını, Dracula’yı, Frenkeştay’nı bilmektedir (Ertuğrul, 2002:5-6). Son yıllarda televizyon, sinema ve bilgisayar oyunlarında şiddetle birlikte hiçbir temele dayanmayan hayal ürünü yapma mitolojilere dayanan roman ve filmler yayılmıştır. Batılılar, halk edebiyatı ve folklordan faydalanarak opera, bale, tiyatro, roman ve çocuk şiiri yazdılar. Sözlü ve yazılı kaynaklara yönelmek batıda gelişen çocuk edebiyatının ana damarını sağlamlaştırdı. Destanlar ve efsaneler çağdaş edebiyata dönüşürken batı, hem edebiyatı hem de kültürü yaşatmayı amaçlıyordu (Yardım, 1987: 342). Masal:Masallarımız çocuk edebiyatında yararlanılabilecek en zengin içerikli halk edebiyatı türüdür. Bu ortak kültür unsurlarımızın çocuklarımızın ruh ve düşünce dünyalarına yapacağı katkılar ciddi eğitim bilimi, çocuk psikolojisi, ve dilbilimi teknikleri kullanılarak değerlendirildikten sonra kitap, oyuncak ve çocuk eğitiminde kullanılacak yardımcı araç ve gereçler haline getirilmesi gerekmektedir. Halk edebiyatını oluşturan türleri çocuk edebiyatında kullanılması açısından ele alırsak; çocuğa dinleme okuma, konuşma yazma edinimleri kazandırmakta masalların motivasyonu yadsınamaz. İkilemeleri pekiştirme sıfatları, tezlik, sürerlik ve yaklaşma fiillerini, ses taklidi sözcükleri, deyimleri, atasözlerini, duaları, bedduaları ve birbirinden güzel renkli inceliklerle süslü halk dili söylemlerini barındıran masallar bireye yalnızca dilinin tadını vermekle kalmaz sanatçıların yazarların gelecekte o dili geliştirip edebi sanatsal ürünler vermelerine de katkıda bulunur (Yavuz, 1999:440). Çocuğun sanatla ilişkisi hayal kurma yeteneğini kazanmasıyla başlar. Çocuk masal kahramanıyla, olayla özdeşleşir. Çocuk edebiyatı çocuğun yaratıcılığını, sanat ve kültür yönünü en önemlisi dünya görüşünü etkilediği için toplumsal değeri üzerinde durmak gerekir. Çocuğun anadilini öğrenmesine, kullanmasına ve zenginleştirilmesine yardımcı olan masallar aynı zamanda da iyi bir eğitim öğretim aracıdır. Masalların çocuklarda beklenilen davranış değişikliklerini ve gelişmeleri sağlayabilmesi için bir takım olumlu nitelikleri taşıması gerekir. Masal eğitici-öğretici olabileceği gibi okuyucuya ve dinleyiciye estetik bir güzellik ve yaşamıyla ilgili bir takım simgesel motiflerle sezdirme yoluyla bir bakış açısı da sunabilmektedir (Yardımcı, 79). Masal türü, aslında özellikle çocuklar için üretilmiş olmamasına rağmen günümüzde masalların çocuk edebiyatı kapsamında ele alındığı görülür. Masalda çocuğun hoşuna giden masalın fantastik boyutudur (Tarkun, Aslan, 207-209). Masal gerçek dünyanın basitleştirilmiş bir modeli gibidir. Aynı zamanda da çocuğun dünyaya ilişkin bilgileri ve deneyimleri edinmesinde yardımcı bir araçtır (Yalçın- Aytaç, 2002: 47).
KAYNAKÇA AB Genel Kültür Ansiklopedisi; 1990.“Bilmece” Maddesi, C.4, Ana Yay., İstanbul. ………………………1991, “Tekerleme” mad., C.20, Ana Yay., İstanbul. Ertuğrul, Ahmet: Harry Potter Çılgınlığı, İstanbul.s.7,8. Yalçın Alemdar -G.Artaç (2002) : Çocuk Edebiyatı.Ankara 2002,s.38. Akalın; L. Sami (1972), Türk Manileri, C. 1-2, İst Aksoy, Ömer Asım (1983): Atasözleri ve Deyimler Sözlüğü,İstanbul,s.47. Artun; Erman (1989), Tekirdağ'da Söylenen Ninnilerden Örnekler, TFD 1989,Ankara. ………………(l997), “Adana'da Bilmece Sorma Geleneği”, I.Halkbilimi Bilgi Şöleni Bildirileri, Balıkesir. ……………….(2004), "Türk Halk Edebiyatına Giriş"Kitabevi Yay. İstanbul ……………….(2004)." Anonim Türk Halk edebiyatı Nesri" Kitabevi Yay. İstanbul Başgöz, İlhan-Pertev Naili Boratav, (1974) “Halk Bilmeceleri”, Folklora Doğru, S. 37, Başgöz; İlhan (1952), Manilerin Başlıca Temleri, Seçilmiş Hikâyeler Dergisi, S. 7., Ankara. Başgöz; İlhan (1974), “Türk Bilmecelerinin Fonksiyonları”, Folklora Doğru, Sayı:37, Bilmece Say., İstanbul, ……………….. (1993), Türk Bilmeceleri I-II, Kültür Bakanlığı, Ankara. Çelebioğlu; Amil (1982), Türk Ninniler Hazinesi, İstanbul. Çelebioğlu; Amil-Yusuf Ziya Öksüz (1979), Türk Bilmece Hazinesi. Dördüncü basım. Ankara: 1987. Demiray, Kemal (1977), Açıklamalı Çocuk Edebiyatı Antolojisi, İnklâp ve Aka Kitabevleri, İstanbul. Elçin; Şükrü (1986), Halk Edebiyatına Giriş, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara. Eset; Niyazi (1944), Mukayeseli ve Neşredilmemiş Maniler, Ankara. Yardım, Mehmet Nuri: Çocuk Edebiyatı Yıllığı,a.g.e.,s.342,343. Helimoğlu Yavuz (1999), Muhsine: Masallar ve Eğitimsel İşlevleri,Ankara s.440. Miyasoğlu, Mustafa (1987) : Çocuk Edebiyatı Yıllığı, Gökyüzü Yayınları, İstanbul, s.385 Nas, Recep (2002 ); Örneklerle Çocuk Edebiyatı, Ezgi Kitapevi Yayınları, Bursa, Oğuzkan, Ferhan, (1977), Çocuk Edebiyatı, Kadıoğlu Matbaası, Ankara. Oy, Aydın (1991), TDV İslam Ansiklopedisi, TDV Yayınları, İstanbul. Öztürk, Ali (1985): Türk Anonim Edebiyatı,İstanbul,s.257,263. Özerdim,Tekin(1992) Türkiye Çoçuk Tiyatrosu,Kültür Bak. Yay.Ankara Öztürk, Ali (2000), Çağları İçinde Türk Destanları, Alioğlu Yayınevi, İstanbul. Şapolyo, Enver Behman (1938), Halk Ninnileri William R.Bascom(1954): Four Functions of Folklore, Journal of American Folklore,S.67,s.337. Yalçın, A. ve A. Gıyasettin (2002 ), Çocuk Edebiyatı, Akçağ Yayınları, Ankara, Yardım,Mehmet Nuri(1987), Çocuk Edebiyatı Yıllığı, İstanbul Yıldır, Erol (2002): Çocuk Edebiyatı Yıllığı,a.g.e.,s.612. Yörükoğlu, Atalay (1997.). Çocuk Ruh Sağlığı. 21. basım. İstanbul: Özgür Yayınları,
|
|
|
Kayıtlı
|
SEN TANRI DEĞİLMİSİN , ADINI YARGILATMA SANA TANRI DEYİNCE , DİNİMİ SORGULAMA YA ADAM ET BUNLARI , YA BERABER YAŞATMA KANI BOZUK OLANLAR "TÜRK'ÜM" DİYEMESİNLER 𐱃𐰀𐰴𐰾𐰃𐰤 𐰴𐰀𐰞𐰴𐰀𐰣
|
|
|
K A L K A N
Atsızcı

Cinsiyet: 
ileti Sayısı: 1.926
YAŞAMIMIZI DÜŞÜNCELERİMİZ YÖNETİR
|
 |
« Yanıtla #1 : 15 Mart 2010, 19:52:25 » |
|
ORTAK TÜRK KÜLTÜRÜ ÜRÜNLERİNİN ÇOCUK EDEBİYATINA KATKILARI II
Efsaneler:Efsane; “Gerçek veya hayali belli kişi, olay veya yer hakkında anlatılan bir hikâyedir”. Her topluluğun bünyesinde farklı şekillerde yaşayan bu hayat anlayışı ve inanç sistemleri efsanelerin yapısını şekillendiren en önemli niteliklerden bir tanesidir. Efsaneler olağanüstü olay ve kişilere dayanır. Efsaneler halkın hayal gücünden esinlenerek gelişen olayların hikaye edildiği bir halk edebiyatı türüdür. Efsanelerin renkli ve çekici dili çocukların ilgisini çeker. Bu çerçevede gelişen bir çok mitolojik unsur çocuk edebiyatına malzeme olabilecek niteliktedir. Efsanelerin gizemi ve olağanüstülükler oluşturulacak kitap, çizgi film, veya sinema dalı için her zaman zengin bir kaynak olacaktır. FıkralarFıkralar, çok geniş bir coğrafî alan içinde oluşan binlerce yıldan beri sözlü gelenekte yaşayan halk edebiyatı ürünleridir. Verilen tanımlardan yola çıkarak fıkraların motife yer veren, kısa ve özlü bir anlatıma sahip güldürücü küçük hikayeler olduğunu söyleyebiliriz. (Apaydın, 1993:1-16). Fıkralarda her zaman -insan, insan toplum ilişkileri anlatılır. Toplum hayatında ortaya çıkan terslikler, düşünce ve davranış farklılıklarından doğan çatışmalar fıkraların konularını oluşturur. Fıkra, başlangıç, gelişme ve sonuç bölümlerine sahip bir hikayedir. Fakat bu bölümler kısa ve yoğundur. Hatta başlangıç ve gelişme bölümleri bazen iç içedir. Hikaye, genellikle tek bir olay veya düşünce üzerine kuruludur. Kuruluş bakımından bir tez ve bir antitezden oluşur. Her fıkrada mutlaka "hisse" vardır. Fıkranın estetiğini yaratan temel unsur çatışmadır, denilebilir. Fıkraların dili açık, sadece ve anlaşılır bir dildir. Fıkralarda anlatımı güçlendirmek için başvurulan çeşitli yollar vardır. Kelimeleri mecazi anlamda kullanmak, bazı kelimeleri tekrar etmek gibi. Fıkralar çocuk edebiyatına malzeme olacak halk kültürü ürünlerindendir. Mani:Mani anonim halk şiirinin en küçük nazım biçimidir. Anadolu ve Anadolu dışında çok geniş bir Türklük coğrafyasına yayılmıştır. Manilerde söylendiği yöre insanının düşünce yapısını, beğenisini., dertlerini, sevdalarını, özlemlerini., mizahını, taşlamasını, takılmasını, ortak duygu ve davranışlarını, yörenin kültürüne ait gelenek ve göreneklerin izlerini buluruz. Kendine özgü bir gelenekle söylenen maniler bir ucuyla geçmişe, bir ucuyla günümüze uzanmıştır. Maniler toplum insan ilişkilerini irdeleyen olaylara ayna tutup yansıtan yönleriyle işlevseldirler Manilerin diğer halk kültürü ürünleri gibi toplumu ayakta tutan dinamiklerin belirlenmesinde önemli bir rolü vardır. Manilerden, söylendiği yöre insanının dünyaya bakışını, hayatı algılayış biçimini ve estetik anlayışını belirleyebiliriz (Artun, 2004:111). Maniler örf, âdet ve geleneklerin kuşaktan kuşağa aktarımını sağlamak yönüyle işlevseldir. Maniler, dil gelişimi ile ilgili etkili bir kullanım yoludur. Maniler çocuk edebiyatına malzeme olacak halk kültürü ürünlerindendir. Bilmeceler:Bir şeyin adını anmadan, niteliklerini üstü kapalı söyleyerek o şeyin ne olduğunu bulmayı, dinleyene ya da okuyana bırakan eğlenceli ifadelerdir. Bilmecelerde doğa unsurları ile bu unsurlara bağlı olayları; insan, hayvan, bitki gibi canlıları, eşyayı, akıl, zeka ve güzellik gibi kavramlarla değişik şekillerde ifadeler yer alır. Bilmeceler, kendilerine özgü bir usul ve gelenek içinde sorulur. Diğer halk kültürü ürünleri gibi toplumun, temel taşlarından olan değerleri, dinamikleri belirlemekte önemli rol oynar. Ayrıca bilmecelerde sorulduğu yöre insanının dünyaya bakışı ve estetik modelleri görülür (Artun, 2005: 191). Çocukların dünyasında bilmecelerin unutulmaz yeri vardır. Sayısız oyun eğlence araçlarına sahip günümüz çocukları için de bu geçerlidir. Her türlü bilmece çocukların ilgisini çeker, bilmece sormayı, bilmece yanıtlamayı zevkli bir uğraş olarak görürler. Bilmecelerde toplumun düşünce yapısını, ortak beğeni ve kültürünün yansımasını görüyoruz. Bilmeceler, toplumun, temel taşlarından olan değerleri, dinamikleri belirlemekte önemli rol oynar. Bilmeceler çocuk edebiyatına malzeme olacak halk kültürü ürünlerindendir. Radyo, televizyon gibi eğlence araçlarının bulunmadığı zaman ve yerlerde özellikle kış gecelerinde, bilmeceler yalnız çocuklar için değil, büyükler için bile eğlence kaynağı olmuşlardır. Gerçekte bunlar yalnız eğlendirici değil, aynı zamanda muhakemeyi, varlıkların özelliklerinden tümevarım yoluyla bir sonuca varmayı sağlayarak zekâyı işletirler. Onun içindir ki eski çağlarda bilmeceler bazı güçlü kimselerce bir zekâ yoklaması için kullanılmışlar; kimi durumların, isteklerin sağlanması için bilmecenin çözülmesi koşulu ortaya konmuştur. Kral Oedipus yapıtında Sphinx’in, Oedipus’a bir bilmece sorması buna güzel bir örnektir (Demiray, 1977: 14). Çocuklar, bilmecelerle üç yaşından sonra ilgilenmeye başlarlar. Bir bilmecenin ne ile ilgili olduğunu bulmaya çalışmak çocukları düşündürür, varlıkların niteliklerini kavramalarını sağlar. Bilmeceler kafiyeli, ölçülü oluşlarıyla çocukların ilk şiir zevkini tatmalarına yardım eder. Çocuklar kendilerini bulucu olmaya sevk eden bu çeşit eğlenceden çok hoşlanırlar, her buluş onların kendilerine olan güvenlerini de artırır (Demiray, 1977: 16). Ninni:Ninniler, çocukları büyüten, yakınların çocukları uyutmak için belli bir ezgiyle söyledikleri manzum veya mensur sözlerdir (Elçin, 1986:271; Şapolyo, 1938:104; Çelebioğlu, 1987:212). Ninniler, çocuğun uzun ömürlü olması, nasibinin bol olması, nazar ve hastalıklardan korunması, bebeğin ağlamaması, uslu olması, çabuk büyümesi, gelin ya da damat olması dileği, çocuğun gelecekte mutlu olması dileklerini içeren doğaçlama söyleyişlerdir (Yardımcı, 1998:50). Ninnilerde yerel ögeler, gelenek ve görenekler, tarihî ve toplumsal birçok konu bulunur (Çelebioğlu, 1982:16). Ninniler çeşitli zaman birimlerinde kuşaktan kuşağa devredilip aktarılan, ezgileri yönüyle çocukları etkileyen ürünlerdir. Ninniler, söylendikleri toplumun kültürünü yansıtmışlardır. Ninnilerin büyük bir bölümü dilek ve temenni içerir. Ninnilerde yerel öğeler, âdet ve geleneklerimizle tarih ve sosyal birçok özelliklerle karşılaşırız. Ninniler çocuk edebiyatına malzeme olacak halk kültürü ürünlerindendir. Ninnilerin konuları, annenin o andaki ruh haline göre değişebilir. Ninnide, yavrunun büyüyüp paşa olması, büyük adam olması gibi bir dilek bulunabilir. Anne, ninni ile neşeli ya da hüzünlü ruh halini yansıtabilir. Gerçekte ninniyi söyleyen anne bu yoldan kendi kendisini oyalar, fakat ninni ezgisiyle beşikte ya da annesinin bacakları üzerinde sallanan yavruyu etkiler. Çocuk daha beşikte iken ninninin ezgisinden etkilendiği gibi, özellikle kız çocuklar üç yaşından sonra bebekleriyle oynarlarken onları yinelerler. Böylece ninnilerin basit, hatta monoton ezgileri onların müzik ve şiirle ilk kez ilişki kurmalarını sağlar. Ninnilerin resimlendirilmesiyle hazırlanacak kitaplar, özellikle okumaya yeni başlamış kızlar için zevk alınacak materyaldir (Demiray, 1977: 18-19). Tekerleme:Tekerlemelerde birbiriyle anlam yönünden ilgisi olmayan düşünceler ardı ardına sunulur. Tekerlemeler, çocuklara oyun ve masallar yoluyla dil alıştırması olurlar. Çocuğa öğretilmek istenen tekerleme çocuğun yaşına uygun olmalıdır Bu terim çocukların oyun, tören, bayram gibi geleneksel etkinliklerin çeşitli alanlarında okudukları, söyledikleri küçük türküleri, basmakalıp sözleri temsil eder (Akkaya, 2000, 605). Tekerlemeler; şekil, konu, içerik ve işlevleri yönüyle sınırları tam olarak çizilememiş halk edebiyatı ürünlerindendir (Duymaz, 2002: 9). Tekerleme, dildeki sembolleri, alegorik anlatımı, sebep-sonuç ilişkisine dayandırarak dilin mantıksal dizinini kavratır. Dilin matematiğini geliştirir. Dilin gülmece ve eleştirel boyutunu tanıtır. Dil oyunları ile tekerleme çocuğun dil sınırlarını tıpkı düş gücünü, düşlerinin sınırlarını genişletir gibi genişletir. Dili matematiksel problemlere dönüştürerek, egzersizler yaptırarak güçlendirir. Tekerleme çocuğun dilsel bellek gücünü artırır. Pratik bir dil kazandırır. Çocuklar bu halk anlatı türleriyle eğlenir, düşünmeye başlar, dil ve düşünce ilişkisini sezinler, dilin gizemli dünyasını duyumsar. Tekerlemeler çocuk edebiyatına malzeme olacak halk kültürü ürünlerindendir. Tekerlemeler, çocuklara oyun ve masallar yoluyla eğlenceli dil araştırması olurlar; hatta seslerinin dizilişi yönünden söyleme güçlüğü yaratan tekerlemelerin tekrar tekrar söylenmesi yoluyla kimi dil arızalarının da giderildiği olur. Genellikle tekerlemeler, ahenkleriyle çocukların manzum yapıtlara karşı ilgi ve zevk duymasında bir hareket noktası olabilir. Tekerlemelerle, bilmecelerle olduğu gibi, okul öncesi ve okumaya yeni başlayan çocuklar için bol resimli okuma materyali yapılabilir (Demiray, 1977: 17-18). Atasözleri ve Deyimler:Atasözleri, atalardan gelen ve onların yüzyıllar içindeki deneyim ve gözlemlerine dayalı düşüncelerini öğüt ve yargı şeklinde aktaran anonim nitelikli kısa ve özlü sözlerdir. Atasözleri oluşup geliştikleri çevrelerin ve çağların düşünüş ve davranışlarını dile getirirler (Oy, 1991: 44). Deyimler de ulusal damga taşıyan dil varlıklarıdır. Ulusun söz yaratma gücünden doğar. Her deyim hoş bir buluştur. Bir küçük söz dağarcığına koca bir anlam sığdırılmıştır (Aksoy, 1963: 47). Çocukların yararlanacakları folklor ürünlerinden biri de atasözleridir. Atasözlerinin konuları; toplumbilim, ruhbilim, eğitbilim, ekonomi, felsefe, tarih ve folklor gibi konulardır. Atasözleri donmuş kalıplar içinde söylenen sözlerdir, bir düşünceyi bir ya da birkaç cümle ile anlatırlar. Atasözleri düşünceleri çok özlü bir yolla ve çok kez mecazlarla anlattıkları için küçükler tarafından kavranmaları, açıklanmaları kolay değildir. Ancak on yaşından sonraki çocuklar bu sözlerin anlamlarını yavaş yavaş kavramaya başlarlar. 12 yaşından sonraki çocuklar da düşüncelerini anlatırken basit atasözlerinden yararlanabilirler (Demiray, 1977: 19). Atasözleri, çocukların düşüncelerini derli toplu anlatmalarına, yaşam olayları karşısında tecrübe kazanmalarına yardım ederler. Herhangi bir atasözünün anlamını resimlerle somutlaştırmak olanağı vardır. Zevkli bir biçimde hazırlanmış kitaplar hem çocuklarda atasözlerine karşı ilgi uyandırır, hem de atasözlerinin anlamlarını onların daha iyi kavramalarına yardım eder (Demiray, 1977: 19). Atasözleri ve deyimler, yazılı ve sözlü edebiyatın vazgeçilmez unsurlarıdır. Atalardan gelen ve onların yüzyıllar içindeki deneyimlerine dayalı düşüncelerini öğüt ve yargı şeklinde nakleder. Bir ulusun değer yargılarını anlatan, yaşam felsefesini, dünya görüşünü anlatan kesin yargı niteliğindeki sözlerdir. Çocuk edebiyatı kapsamında oluşturulacak eserlerde akışa uygun olarak atasözleri ve deyimlerimizin kullanılması metne hem bir anlatım zenginliği ve estetiği katacak hem de çocuklara anlama ve ifade etme zenginliği kazandıracaktır. Sonuç:Bir toplumun oluşması için, o toplumu meydana getiren bireylerin tarih, kültür, dil gibi ortak özellikleri taşımaları, paylaşmaları gerekir. Kültür, bir toplumda meydana gelen değerler bütünüdür. İnsan yaşamının her yönünde beliren değerler zamanla farklı yönlerde bütünleşerek bir sistem olarak kültürü yansıtmaktadırlar. Her topluluk kültürünü dilin yardımıyla yeni kuşaklara taşır. Ninniler, türkü, tekerleme, mani, bilmece, halk şarkıları çocuğun dil bilincinin oluşmasında, kültür oluşturmada da, etkili ürünlerdir. Bu ürünler Türkçe’yi, telaffuzunu ve melodisini, sözcüklerini, söz sanatlarını, söyleyiş kalıplarını öğretirken aynı zamanda toplumsal iletişimi de sağlar. Bilmeceler, sayışmalar ve maniler ayrıca yaratıcı zekâ ve dil becerileri kazandırır. Çocuklarımızın daha iyi konuşmasını, yazmasını istiyorsak, bu ürünlerin olumlu katkılarını göz önünde bulundurarak ailede, sosyal çevre ve okullarda halkımızın bu söz varlığını gündeme getirmeliyiz. Halk edebiyatı ürünleri ana dili eğitiminde, Türkçe'nin sağlıklı öğrenilmesinde önemli katkılarda bulunur. Ninniler, türküler, mani, bilmece, tekerleme ve halk şarkıları çocukları anadilin söz varlığıyla tanıştırır. Bir dilin sözcükleri, deyimleri, söz kalıpları, dil estetiği, özdeyiş ve atasözleri bu halk edebiyatı ürünleriyle verilebilir. Dil eğitimi ayrıca bir kültür aktarımı olarak da, çocuklarda dil bilinci ve ulus bilincini güçlendirir. Bu halk edebiyatı ürünlerinin çocukların büyüme ve gelişme evrelerine duygudüşünce yeterliliklerine, zevk ve alışkanlıklarına, düş dünyalarına göre sınıflandırılması, bilimsel yöntemlerle çocuk edebiyatı malzemesi olarak kullanılması ise dil ve eğitimcilerine, eğitim bilimcilere, çocuk gelişimcilere ve psikologların ortak çalışmalarına bağlıdır. Halk kültürü ürünleri, kültür ürünleridir. Halk kültürü ürünleri kendine özgü bir üslûbu, kalıplaşmış kural ve biçimleri olan, düz konuşma ile anlatılan bir türdür. Çocuklara Türk halk kültürü ürünlerinin farkındalığını oluşturmada katkı sağlar. Türk halk kültürü ürünleri çocukların Türkçe'nin zengin dil yapısı öğrenmesine yardımcı olur. Halk kültürü ürünleri, çocuk edebiyatı çalışmalarının amaç ve hedeflerine katkılar sağlayacaktır. Halk kültürü ürünleri ile toplumun ahlak değerlerini öğrenebiliriz. Halk kültürü ürünlerine toplumun çeşitli halk inançları, gelenekleri yansımıştır. Halk kültürü, toplum kültürü ile doğrudan ilişkilidir. Halk kültürü ürünleri, toplumun yaşam biçimi hakkında bilgi verir. Halk kültürü ürünlerinde insan-insan, insan-toplum ilişkisi vardır. Birçok halk kültürü ürününün sonunda bir hisse-ders vardır. Çocukların düşünme ve muhakeme yeteneklerini geliştirir. Anlatımı geliştirme, yaratıcı paylaşımlar kazandırma, az sözle etkili ve doğru ifade edebilme becerisi kazandırır. Çocuklar, hem televizyon hem de yaşadıkları kültürün etkisiyle kendi kültür zenginliklerinden uzaklaşmakta, toplumun değerlerine yabancılaşmakta ve dolayısıyla bir kimlik bunalımı ortaya çıkmaktadır. Çocuğun, halk kültürü ürünleri ile beslenmiş çocuk edebiyatı içinde bulunduğu toplumun geleneklerini öğretme dilin doğru kullanılmasını sağlayacaktır. Bireyin içinde yaşadığı toplum ve kültürüyle, sahip olduğu kişiliği arasında yakın bir ilişki vardır. Halk kültürü ürünlerine dayalı düzenlenen çocuk edebiyatı toplumun kültürel yapısını ve özelliklerini çocuğa öğretir. Çocukların bilmecelerini oluşturan sözcüklerde saklı anlamlarını tanımasına ilişkin düşsel ve düşünsel çabalar ise çocuk eğitiminde çocukların yazınsal metinlerle kuracağı iletişim sürecinin bir hazırlık aşamasıdır. Ulusal bilincin gelişmesinde dilin önemini, bu ürünlerden başlayarak yazılı ürünlere doğru genişletmeliyiz. Çocuk edebiyatı, kökleri geçmişe dayalı yüzyıllık birikime sahip bu ürünleri göz önünde bulundurmaktadır. Türkiye’de yayınlanan çocuk edebiyatı metinlerinin çoğu yabancı kaynaklıdır. Gelişme çağındaki çocuklar bu metinler aracılıyla yabancı kültürle çok erken yaşta karşılaşarak dış kültürün olumsuz etkilerine maruz kalmaktadırlar. Halk kültürü ürünlerimiz çocuk edebiyatı olarak yeniden yazılmadığı için yeni yetişen kuşaklara aktarılmadan belleklerde unutulmaya terk edilirken çocuklarımız uydurma adaptasyon hayallerle yetişmektedirler. Zengin ortak halk kültürü kaynaklarımızı her tür sanat alanına yansıtmalıyız. Baskın yabancı kültür başta çocuk edebiyatı olmak üzere çocuk alanına giren her tür ürüne damgasını vurmuş vurumdadır. İnsanda kimlik bilincinin oluşması vatan ve millet sevgisi gibi duygular kazandırmanın temeli çocukluk yaşlarında atılır. Çocuklarımıza bir takım ithal kahramanlar kendi milli kahramanlarımızı bu tür çalışmalarla tanıtılabiliriz. Nasreddin Hoca’nın olaylara hoşgörülü yaklaşımı ve bilge kişiliği, sevimli tipi ve eşeği ile oluşturduğu kompozisyon çocuklar için eğlenceli ve eğitici bir malzeme olarak değerlendi. Bilmeceler, sayışmalar, maniler, bir varlığın, olayın, kavramın adını vermeden kapalı biçimde, çağrışımla birlikte, özelliklerini belirterek bulunmasını sağlarken, çocuğun sözcük dağarcığını da zenginleştirir . Ortak Türk halk kültürü ürünleri Türk milletinin kendi hamuruna uygun olarak yoğurduğu yüzyıllardır içinde kendisini bulduğu kendi halk kültürüdür. Ortak Türk halk kültürü ürünlerinin oluşmasında, şekillenmesinde geçmişten günümüze gelen tarihi ve kültürel miras belirleyicidir. Her geçen gün unutulmaya, kültür alışverişiyle gelenek dışı biçim almaya başlayan geleneği halkın belleğinden silinmeden çocuk edebiyatı eserlerinde bir kültür varlığı olarak gelecek kuşaklara aktarılmalıdır. Kültür bakanlıkları ortak Türk kültürüne özgü çocuk edebiyatı metinlerinin üretilmesine yönelik çalışmalar yapmalıdır. Bugün bir çok bilim adamı tarafından derlenen ortak Türk dünyası halk kültürü ürünleri tasnif edilerek bir ortak Türk dünyası halk kültürü ürünleri külliyatı oluşturulabilir. Televizyon yöneticileri ortak Türk kültürünü içeren filmlere gösterimde öncelik verirlerse çocukların erken yaşta yabancı kültür etkisinden kurtulmalıdır.
KAYNAKÇA AB Genel Kültür Ansiklopedisi; 1990.“Bilmece” Maddesi, C.4, Ana Yay., İstanbul. ………………………1991, “Tekerleme” mad., C.20, Ana Yay., İstanbul. Ertuğrul, Ahmet: Harry Potter Çılgınlığı, İstanbul.s.7,8. Yalçın Alemdar -G.Artaç (2002) : Çocuk Edebiyatı.Ankara 2002,s.38. Akalın; L. Sami (1972), Türk Manileri, C. 1-2, İst Aksoy, Ömer Asım (1983): Atasözleri ve Deyimler Sözlüğü,İstanbul,s.47. Artun; Erman (1989), Tekirdağ'da Söylenen Ninnilerden Örnekler, TFD 1989,Ankara. ………………(l997), “Adana'da Bilmece Sorma Geleneği”, I.Halkbilimi Bilgi Şöleni Bildirileri, Balıkesir. ……………….(2004), "Türk Halk Edebiyatına Giriş"Kitabevi Yay. İstanbul ……………….(2004)." Anonim Türk Halk edebiyatı Nesri" Kitabevi Yay. İstanbul Başgöz, İlhan-Pertev Naili Boratav, (1974) “Halk Bilmeceleri”, Folklora Doğru, S. 37, Başgöz; İlhan (1952), Manilerin Başlıca Temleri, Seçilmiş Hikâyeler Dergisi, S. 7., Ankara. Başgöz; İlhan (1974), “Türk Bilmecelerinin Fonksiyonları”, Folklora Doğru, Sayı:37, Bilmece Say., İstanbul, ……………….. (1993), Türk Bilmeceleri I-II, Kültür Bakanlığı, Ankara. Çelebioğlu; Amil (1982), Türk Ninniler Hazinesi, İstanbul. Çelebioğlu; Amil-Yusuf Ziya Öksüz (1979), Türk Bilmece Hazinesi. Dördüncü basım. Ankara: 1987. Demiray, Kemal (1977), Açıklamalı Çocuk Edebiyatı Antolojisi, İnklâp ve Aka Kitabevleri, İstanbul. Elçin; Şükrü (1986), Halk Edebiyatına Giriş, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara. Eset; Niyazi (1944), Mukayeseli ve Neşredilmemiş Maniler, Ankara. Yardım, Mehmet Nuri: Çocuk Edebiyatı Yıllığı,a.g.e.,s.342,343. Helimoğlu Yavuz (1999), Muhsine: Masallar ve Eğitimsel İşlevleri,Ankara s.440. Miyasoğlu, Mustafa (1987) : Çocuk Edebiyatı Yıllığı, Gökyüzü Yayınları, İstanbul, s.385 Nas, Recep (2002 ); Örneklerle Çocuk Edebiyatı, Ezgi Kitapevi Yayınları, Bursa, Oğuzkan, Ferhan, (1977), Çocuk Edebiyatı, Kadıoğlu Matbaası, Ankara. Oy, Aydın (1991), TDV İslam Ansiklopedisi, TDV Yayınları, İstanbul. Öztürk, Ali (1985): Türk Anonim Edebiyatı,İstanbul,s.257,263. Özerdim,Tekin(1992) Türkiye Çoçuk Tiyatrosu,Kültür Bak. Yay.Ankara Öztürk, Ali (2000), Çağları İçinde Türk Destanları, Alioğlu Yayınevi, İstanbul. Şapolyo, Enver Behman (1938), Halk Ninnileri William R.Bascom(1954): Four Functions of Folklore, Journal of American Folklore,S.67,s.337. Yalçın, A. ve A. Gıyasettin (2002 ), Çocuk Edebiyatı, Akçağ Yayınları, Ankara, Yardım,Mehmet Nuri(1987), Çocuk Edebiyatı Yıllığı, İstanbul Yıldır, Erol (2002): Çocuk Edebiyatı Yıllığı,a.g.e.,s.612. Yörükoğlu, Atalay (1997.). Çocuk Ruh Sağlığı. 21. basım. İstanbul: Özgür Yayınları,
|
|
|
Kayıtlı
|
SEN TANRI DEĞİLMİSİN , ADINI YARGILATMA SANA TANRI DEYİNCE , DİNİMİ SORGULAMA YA ADAM ET BUNLARI , YA BERABER YAŞATMA KANI BOZUK OLANLAR "TÜRK'ÜM" DİYEMESİNLER 𐱃𐰀𐰴𐰾𐰃𐰤 𐰴𐰀𐰞𐰴𐰀𐰣
|
|
|
K A L K A N
Atsızcı

Cinsiyet: 
ileti Sayısı: 1.926
YAŞAMIMIZI DÜŞÜNCELERİMİZ YÖNETİR
|
 |
« Yanıtla #2 : 13 Nisan 2010, 21:43:21 » |
|
ÇOCUK DİLİNDEKİ "ATTA"KELİMESİ Köprülerin (Linklerin) Görülmesine İzin Verilmiyor. Köprüleri (Linkleri) Görebilmek İçin Üye Olun veya Giriş Yapın Köprülerin (Linklerin) Görülmesine İzin Verilmiyor. Köprüleri (Linkleri) Görebilmek İçin Üye Olun veya Giriş Yapın Köprülerin (Linklerin) Görülmesine İzin Verilmiyor. Köprüleri (Linkleri) Görebilmek İçin Üye Olun veya Giriş Yapın Köprülerin (Linklerin) Görülmesine İzin Verilmiyor. Köprüleri (Linkleri) Görebilmek İçin Üye Olun veya Giriş Yapın
|
|
|
Kayıtlı
|
SEN TANRI DEĞİLMİSİN , ADINI YARGILATMA SANA TANRI DEYİNCE , DİNİMİ SORGULAMA YA ADAM ET BUNLARI , YA BERABER YAŞATMA KANI BOZUK OLANLAR "TÜRK'ÜM" DİYEMESİNLER 𐱃𐰀𐰴𐰾𐰃𐰤 𐰴𐰀𐰞𐰴𐰀𐰣
|
|
|
K A L K A N
Atsızcı

Cinsiyet: 
ileti Sayısı: 1.926
YAŞAMIMIZI DÜŞÜNCELERİMİZ YÖNETİR
|
 |
« Yanıtla #3 : 10 Mayıs 2010, 20:43:46 » |
|
Köprülerin (Linklerin) Görülmesine İzin Verilmiyor. Köprüleri (Linkleri) Görebilmek İçin Üye Olun veya Giriş Yapın
ÇOCUK EDEBİYATI VE ZİYA GÖKALP Türk ilim, fikir, edebiyat ve siyaset hayatında derin izler bırakan Ziya Gökalp, yakın tarihimizin çok yönlü ve çok etkili bir simasıdır. Sosyolojiden eğitime, edebiyattan tarihe pek çok konuda fikirleri ve eserleri vardır. Bu çalışma onun çocuk edebiyatı alanındaki görüşlerini ortaya koymaya ve bu alanda yazdığı eserleri incelemeye yöneliktir. “Ziya Gökalp Ve Çocuk Edebiyatı” adlı bu makalede, Gökalp’ın çocuk, çocuk eğitimi, çocuk ve edebiyat konularındaki görüşleri özetlenmiştir. Ayrıca çocuk edebiyatı alanına giren eserleri şekil, muhteva, dil ve üslup bakımından değerlendirilmiştir. Araştırma Gökalp’ın bütün eserleri ve Gökalp hakkında yazılmış incelemelerle sınırlıdır. Türk, ilim, fikir, edebiyat ve siyaset hayatında derin izler bırakan Ziya Gökalp, yakın tarihimizin en önemli simalarındandır. Büyük Atatürk, “Etimin ve kemiğimin babası Ali Rıza Efendi ise, fikrimin babası da Ziya Gökalp’tır.” demektedir. Sözden de anlaşılacağı üzere Gökalp, fikirleriyle Atatürk ilke ve inkılâplarına; dolayısıyla Cumhuriyet dönemine damgasını vuran insandır. Toplumsal ve ferdî pek çok konuda fikirleri ve önerileri vardır. Söz konusu fikir ve önerilerden yola çıkarak bu çalışmamızda, Gökalp’ın çocuk edebiyatı hakkındaki düşünce ve faaliyetlerine değineceğiz. Ziya Gökalp’ın düşünce sisteminin merkezini millet kavramı oluşturur. Gökalp, aileyi milletin en temel ve çekirdek yapı taşı olarak görür. Sosyolog, düşünür ve edebiyatçı kimliği ile aile kavramına çok önem veren Gökalp, bir fert ve bir baba olarak da aile ocağını fazlasıyla önemser. Malta’dan kızı Seniha’ya yazdığı bir mektupta: “insanı mesut edecek yegâne hayat, aile hayatıdır. Yeryüzünün cenneti aile ocağıdır.” der. Aile ocağını böylesine önemseyen Gökalp, çocuğu ailenin süsü kabul eder. Kendi çocuklarına ve onların şahsında bütün çocuklara derin bir sevgisi vardır. Onun “İnsan ruhunun çocuklarla beraber saf bir hayat yaşamaya ihtiyacı vardır. Göz çiçeklere muhtaç olduğu gibi, ruh da çocuklara muhtaçtır.” cümleleri bu sevginin ispatı gibidir. Aynı doğrultuda; “ Çocuksuz bir hayat, çiçeksiz bir tarla gibi pek sevimsiz.” ifadesini de kullanır. Ziya Gökalp çocuklara olan sevgisini ve onları iyi anlamasını kendi çocukluğundan kopamamasına bağlar. Ailesine yazdığı bir mektubunda bu durumu şöyle ifade etmektedir: “ Çocukluk başka bir âlemdir. İnsanlar büyüyünce o zamanın duygularını unuturlar. Ben, yazdığım çocuk şiirleri de gösterir ki, o hayattan hiçbir zaman çıkamıyorum.” Gerçekte de Gökalp, çocukluğundan hiç kopamamış, sürekli kendi çocukluğunun izlerini taşımıştır. Şahsiyetinin ve fikirlerinin olgunlaşmasında çocukluğunda yaşadığı olayların tesirli olduğunu söyler. İnsanın çocukluğunda aldığı eğitimin ve çocuğun kendi yönelimlerinin kişinin hayat görüşünün belirlenmesinde büyük rol oynadığını düşünür. Bu nedenle çocuğun seçimlerine saygı duymak gerektiğini belirtir. Çocuğun istediği kitapları okuması ve istediğini yapması gerektiğini savunur. O, kendi çocukluğunda istediklerini yapmış ve bundan fayda görmüştür. Bunu şöyle ifade eder: “Misal olarak ben kendi çocukluğumu anlatacağım. Ben çocukken bazılarına göre çok tembel, bazılarına nazaran da çok çalışkandım. Okulun derslerine hiç çalışmazdım. Fakat geceli gündüzlü meşgul olduğum bir şey varsa o da kitap okumaktı. Yedi yaşındayken Âşık Garip, Kerem, Şah İsmail gibi kitaplardan bir koleksiyonum vardı. Bir iki sene sonra tiyatro kitaplarına, daha sonra romanlara, şiir ve edebiyat kitaplarına sarıldım.” Bu yönelişler Ziya Gökalp’ın düşünce dünyasını oluştur. Nitekim Gökalp çocuk ruhunu gayet hassas bir aynaya benzetir. Gökalp’a göre “hayatın en tatlı çağı çocukluktur.” Malta’dan eşi Vecihe Hanım’a yazdığı bir mektupta şunları söyler: “Zaten ben bir türlü çocukluktan, gençlikten dışarı çıkamıyorum. Çocukluk şetaret, gençlik metanettir. Hayat bunlarsız nasıl yaşanır? Benim nasıl yaşadığımı soruyorsun: Türkan gibi desem bilmem inanır mısın? İnsanların yalancı hakikatlerinden uzak, hakikatten daha doğru olan hayaller, masallar, rüyalar içinde yaşıyorum.”
|
|
|
Kayıtlı
|
SEN TANRI DEĞİLMİSİN , ADINI YARGILATMA SANA TANRI DEYİNCE , DİNİMİ SORGULAMA YA ADAM ET BUNLARI , YA BERABER YAŞATMA KANI BOZUK OLANLAR "TÜRK'ÜM" DİYEMESİNLER 𐱃𐰀𐰴𐰾𐰃𐰤 𐰴𐰀𐰞𐰴𐰀𐰣
|
|
|
K A L K A N
Atsızcı

Cinsiyet: 
ileti Sayısı: 1.926
YAŞAMIMIZI DÜŞÜNCELERİMİZ YÖNETİR
|
 |
« Yanıtla #4 : 10 Mayıs 2010, 20:52:37 » |
|
Köprülerin (Linklerin) Görülmesine İzin Verilmiyor. Köprüleri (Linkleri) Görebilmek İçin Üye Olun veya Giriş Yapın
ÇOCUK EDEBİYATI VE ZİYA GÖKALP
Çocukları çok seven, onlarla ilgilenen, onlar için yazan bir insanın içindeki çocuk her an dışarı çıkabilir. Ziya Gökalp her vesileyle içindeki çocuk ruhunu eserlerinde sık sık açığa vurmuştur. “Yaşımın kaç olduğunu bilmem; fakat ben biraz çocuk, biraz da gencim. Çocuk olmasaydım çocuk masalları, şiirleri yazar mı idim?” demesi anlamlıdır. “Türkan gibi Hürriyet gibi ben de hülyalar kuruyorum; ben de onlar gibi çocuk oldum. Hayatın en tatlı zamanı çocukluk çağıdır. Ben bir türlü çocukluk zamanını unutamam. Şiirle, felsefeyle uğraştığım da bundan dolayı değil mi? İnsaniyetin çocukluk devrinde bu günkü ilim, fen ve medeniyet yoktu. Yalnız şiir, felsefe ve ahlak vardı. Şimdi de şairlik, filozofluk ve ahlaklılık ancak çocuk gibi saf kalabilmiş insanlarda görülebilir. Çocukluk ve gençlik? Bu devirler geçtikten sonra, insanlar şe’niyyete, yani hariçteki hakikatlere daha çok yaklaşır; fakat mefkûreden de o kadar ziyade uzaklaşırlar; fakat, bu çocukluk ve gençlik yaşa tabi‘ değildir. Nice ihtiyarlar vardır ki, ruhen genç kalmışlardır. Nice gençler de vardır ki, ruhen ihtiyarlardan ziyade mefkûreye yani gençliğe uzak düşmüşlerdir. Beni bu felaket günlerinde mukavemetli yapan kalbimin çocukluğu, ruhumun gençliğidir. Kalbimin çocukluğuna tabi‘ olduğum zaman, hayata bir şair gözüyle bakarım. Ruhumun gençliğine uyduğum zamanlarda ise, dünyayı bir filozof gözüyle görürüm. Hayata bir sarraf gözüyle bakmak, dünyayı bir tüccar gözüyle görmek, insanı yüksek saadetten uzaklaştırır. Onlar, belki maddeten daha rahat yaşarlar; fakat manen bedbahttırlar; çünki insanlığın hakiki zevklerini tatmaktan mahrumdurlar. Sözün doğrusu, insanda bu iki ruhiyyet beraber bulunmalıdır. İnsan hem mefkûreli hem şe’niyetli olmalıdır. Tam mükemmel bir insan böyle olur.” Ziya Gökalp’ın düşünce dünyasında çocuk yüce ve kutsal bir varlık, çocukluk da insanın en mutlu olduğu dönemidir. Hayatın en temiz, en tatlı ve en güzel anları çocukluk çağında yaşanır. “Çocuk Tanrı'nın nurunu hisseder. O, daima Tanrı’ile beraberdir. Bundan dolayıdır ki, çocukluk hayatı en mesut bir zamandır. Bu çağda bütün duygular şiirdir, bütün sesler musîkidir, bütün hareketler rakstır, bütün sözler masaldır, romandır, edebiyattır. Hayat, meraklı bir tiyatro sahnesidir... onlar hayatın acılarını henüz bilmiyorlar. Hasılı çocukluk tatlı bir hayat, masum bir ömürdür.” Ziya Gökalp, çocukluğu sadece duygusal bir pencereden görerek çocuğa karşı sevgi ve ilgi duymaz. Aynı zamanda bilim adamı kimliği ile çocukla ilgili yaklaşımları vardır. Çocuk ve toplum, çocuk ve edebiyat, çocuk ve din gibi konularla ilgili tespitleri vardır. Örneğin, çocuk ve toplum ilişkisine yönelik olarak, bireyin değerlerinin, özelliklerinin ve alışkanlıklarının çocukluk döneminde kazanıldığı hususunu şöyle dile getirir: “ İnsan en samimi, en derunî duygularını ilk terbiye zamanlarında alır. Tâ beşikte iken işittiği ninnilerle ana dilinin tesiri altında kalır. Bundan dolayıdır ki, en çok sevdiğimiz dil ana dilimizdir. Ruhumuza vücut veren bütün din, ahlâk ve güzellik durgularımızı bu dil vasıtasıyla almışız zaten ruhumuzun sosyal duyguları, bu din, ahlâk ve güzellik duygularından ibaret değil midir? Bunları çocukluğumuzda hangi cemiyetten almışsak, o cemiyette yaşamak isteriz. Başka bir cemiyetin içinde daha büyük bir refahla yaşamamız mümkün iken, cemiyetimiz içinde fakirliği buna tercih ederiz. Çünki dostlar içindeki bu fakirlik, yabancılar arasındaki o refahtan ziyade bizi mesut kılar. Zevkimiz, vicdanımız, özleyişlerimiz hep içinde yaşadığımız, terbiyesini aldığımız cemiyetindir. Bunların yankısını ancak bu cemiyet içinde işitebiliriz. Ondan ayrılıp da başka bir cemiyete intisap edebilmemiz için, büyük bir engel vardır. Bu engel, çocukluğumuzda o cemiyetten almış olduğumuz terbiyeyi ruhumuzdan çıkarıp atmanın mümkün olmamasıdır.” Gökalp, çocukların ruh dünyaları, çocuğun toplumdaki yeri, onların eğitimi gibi meselelerde fikirler beyan etmiş bir düşünürdür. Bunlardan birkaç örnek verecek olursak: “Çocuk dünyaya geldiği zaman lâ-millî bir ferttir. Çünki ana rahminden beraberinde millî harsa, millî kıymet hükümlerine dair hiçbir duygu getirmez. Çocuklar mektebe gittikten sonra oralarda, yalnız eski yahut yeni bir medeniyetin cansız ananelerini öğrenir ve millî harstan büsbütün mahrum kalırsa gayr-ı millî fertler sırasına geçerler. (...) Terbiyenin gayesi millî fertler yetiştirmektir. Millî fertler yetiştirmek ise, doğrudan doğruya millet yapmak demektir. Hakiki ferdiyetler de ancak bu millî fertlerdir; çünki fert, ancak millî harsın temsilcisi olduğu zaman bir şahsiyete maliktir. Gayr-ı millî fertler ise, dejenere dediğimiz şahsiyetsiz insanlardır. Şahsiyet önce millette meydana gelir ki, buna hars adını veriyoruz. Millî terbiyenin gayesi, şahsiyet sahibi gençler, fertler yetiştirmektir.” Bütün bu düşünceler, Gökalp’ın çocuklara çok yakın ilgi duyduğunu, onları toplumda önemli bir yerde gördüğünü ortaya koyar. Çocukları eğitmek gayesindedir, topluma çocuklar yoluyla ulaşmayı bilmiştir. Çocuk Ziya Gökalp’ın dünyasında büyük bir yer kaplar. Kızı, Hürriyet Hanım bir hatırasında şunları yazar: “Diyarbekir’de çıkardığı Küçük Mecmua’da ilmî ve fikrî yazılarıyla beraber çocuk masalları da yazıyordu. O zaman bir gün dedim ki: _ Baba, bu masalları benim için mi yazıyorsun? _Hayır, yalnız senin için yazmıyorum. _Biliyorum yalnız benim için değil, benimle kardeşlerim için yazıyorsunuz. _Hayır, Hayır, bilemedin! Bu masalları yalnız senin ve kardeşlerin için yazmıyorum; Türk çocukları için yazıyorum. Ben yalnız senin ve kardeşlerinin babası değilim. Bu dünyadaki bütün Türk çocuklarının babasıyım. Sizleri ne kadar düşünür ve seversem onları da o kadar düşünür ve severim.” Ziya Gökalp sürgündeyken düşman çocuklarına bile sevgiyle bakabilen onlara bakarken duygulanabilecek kadar çocuk sevgisiyle dolu ve çocuk ruhlu bir insandır. Kızı Seniha’ya Malta’dan yazdığı 19 Şubat 1920 tarihli mektubunda çocuklara duyduğu hasretini ve sevgisini ortaya koyarak şu satırları yazar: “Sürü sürü koyunlar, öbek öbek çocuklar görüyoruz. Çocuklar umumiyetle bize selam verirler. Acaba bizi kendileri gibi mektep talebesi mi sanıyorlar? Yahut başımızdaki fesler ve kalpaklar, onlara sevimli mi görünüyor? Hasılı küçük çocuklar bize dost nazarlarla bakıyorlar. İngilizce kitaplarda da çocuk şiirlerini severek okuyorum. Hayatın en tatlı yanı çocukluktur. Bu devirde dinlenen peri masalları, en güzel romanlardan daha vecdlidir. Bilmem çocuklarıma olan iştiyakımdan, tahassürümden dolayı mı her nedense bu gün ruhumun içi bir çocuk bahçesi gibi olmuştur.”
|
|
|
Kayıtlı
|
SEN TANRI DEĞİLMİSİN , ADINI YARGILATMA SANA TANRI DEYİNCE , DİNİMİ SORGULAMA YA ADAM ET BUNLARI , YA BERABER YAŞATMA KANI BOZUK OLANLAR "TÜRK'ÜM" DİYEMESİNLER 𐱃𐰀𐰴𐰾𐰃𐰤 𐰴𐰀𐰞𐰴𐰀𐰣
|
|
|
K A L K A N
Atsızcı

Cinsiyet: 
ileti Sayısı: 1.926
YAŞAMIMIZI DÜŞÜNCELERİMİZ YÖNETİR
|
 |
« Yanıtla #5 : 10 Mayıs 2010, 20:58:25 » |
|
Köprülerin (Linklerin) Görülmesine İzin Verilmiyor. Köprüleri (Linkleri) Görebilmek İçin Üye Olun veya Giriş Yapın
ÇOCUK EDEBİYATI VE ZİYA GÖKALP Ziya Gökalp’ın çocuk hakkındaki görüşlerini, yaklaşımlarını topluca ifade etmek gerekirse; o, çocuğa, düşünür, sosyolog, edebiyatçı, baba Ziya Gökalp olarak bakar. İnci Enginün, bu durumu şu şekilde özetlemektedir. “Türk cemiyeti için önemli bütün meseleleri içine alan bir sistemin kurucusu olan Ziya Gökalp bu sistemde en küçük birim ve geleceğin unsuru olan çocuğa da büyük yer vermiştir. Çocuk sosyal kurumların en önemli ve en ufak birimi olan ailenin temelidir. Gökalp aile ve çocuk üzerinde çok durmuş, çocuğu hem aile birimini kuvvetlendiren varlık hem de cemiyetin geleceğinin gücü olarak görmüş ve çocuğun bir şahsiyet olarak yetiştirilmesini hedef edinmiştir. Gökalp’ın eserlerini ele aldığımız zaman, çocuklarla ilgili görüşlerini dört grupta toplayabiliriz. 1. Terbiye ve sosyal meselelerle ilgili olarak çocukların yetiştirilmesine dair görüşleri. 2. Çocukları yetiştirmek için yazdığı şiirler ve masallar. 3. Kendi çocukluğuna dair intibaları. 4. Kendi çocuklarının yetiştirilmesiyle ilgili görüşleri ve telkinleri.”
Ziya Gökalp Türk milletinin her türlü meselesiyle ilgilenmiş bir düşünürdür. Yukarıda söylediğimiz gibi o, sosyolog, edebiyatçı, şair, filozof aynı zamanda da eğitimcidir. Fiilî olarak eğitim camiasında yer alması ve eğitimle ilgili ortaya koyduğu fikirleriyle Türk eğitim tarihinde önemli bir yeri vardır. Gökalp eğitimi terbiye sözcüğü ile ifade ederek şöyle tanımlar: “Terbiye bir cemiyette, yetişmiş neslin henüz yeni yetişmeğe başlayan nesle, fikirlerini ve hislerini vermesi demektir.” Başka bir makalesinde, “eğitim toplumun bireylerini kendisine benzetmesi, yani temsil etmesi” şeklinde eğitimin fonksiyonunu anlatır. İçtimaiyat Mecmuası, Millî Tetebbular Mecmuası, Yeni Mecmua dergilerinin yayınlanmasına öncülük ederek, Türkçülüğün Esasları, Türk Medeniyet Tarihi, Türkleşmek- İslâmlaşmak- Muasırlaşmak kitaplarını yazıp yayınlayarak döneminde eğitimle ilgili görüş ve politikaların ortaya çıkıp tartışılmasını sağlamıştır. Millî eğitim meselelerini ilk kez sistemli olarak ortaya atıp işleyen odur. Cumhuriyetin eğitim ilkelerinin belirlenmesinde Ziya Gökalp’ın önemli bir rolü vardır. Öğretmen sorunları, meslek eğitimi sorunları gibi konulara yıllar önce çözüm aramıştır. Temmuz 1917 Muallimler Kongresi, Terbiye Kongresi, Ahlâk Kongresi, Lisan Kongresi gibi toplantıların önce ulusal sonra da uluslararası düzeyde toplanmasını önerir. Zaten Halkçılık, Millîyetçilik, Laiklik, Garpçılık, millî tarih, dilin sadeleşmesi, kadın hakları konularında olduğu gibi millî eğitim konusunda da Ziya Gökalp’ın fikirleri Atatürk’e ilham olmuştur. Bugünkü eğitim anlayışındaki “yaygın ve örgün eğitim sınıflandırmasını ilk olarak ortaya koyan ve savunan odur.” Eğitimi şu şekilde sınıflandırmıştır: “ Birinci tarz, yetişmiş neslin, kendisinin hiç haberi olmadan, samimi hayattaki konuşmaları, fiil ve hareketleriyle canlı misaller teşkil ederek yeni nesle tesirler icra etmesidir. İkinci tarz, yetişmiş neslin velî, vasî, öğretmen, mürebbî adlarıyla resmî vazifeler alarak, usûl ve irade altında yeni nesle bir takım muayyen fikirleri ve hisleri telkine çalışmasıdır. Ben, terbiyenin bu iki tarzdan birincisine yaygın terbiye, ikincisine organize terbiye adlarını veriyorum.” Bütün bunlardan sonra, yaşadığı dönemden bu yana eğitim tarihimizde çok önemli bir yeri olan Ziya Gökalp, Cumhuriyet dönemi eğitim anlayışının miladı kabul edilebilir. Gökalp eğitimin gayesini millî fertler yetiştirmek olarak tayin etmiştir: “Millî fertler yetiştirmek millet yapmak demektir. O halde millî terbiyenin gayesi, millet yapmaktır denilebildiği gibi, hakiki fertleri yetiştirmek de denilebilir.” Terbiyenin tanımını ve gayesini yukarıdaki şekilde tespit eden Ziya Gökalp’ın eğitim hedefinde çocuklar vardır. Eğitimle ilgili görüşlerinin toplumun tamamını ilgilendirdiği ve toplumun tamamına hitap ettiği söylenebilir ancak genel anlamda eğitim, -özellikle örgün eğitim- çocukları hedef aldığı için Gökalp’ın eğitim görüşleri çocuk eğitimi ile ilgilidir. Gökalp’a göre eğitim millet yapmak gayesi taşır. Bu gayeye ulaşmanın en güzel yolu ise terbiyenin tanımında yeni nesil olarak belirttiği çocukları millî kültür bünyesinde eğitmek ve sosyalleştirmektir. Ziya Gökalp bir ideologdur. Bu sebeple fikirlerini emanet edebileceği ve bu fikirleri uygulamaya geçirecek yeni bir nesle ihtiyaç duyar. Bu nesil, çağının çocukları ve gençleridir. Fikirlerinin özeti olarak kabul edilebilecek olan Türkçülüğün Esasları adlı eserinin son cümlesinde: “Ey, bugünün Türk genci! Bütün bu işlerin yapılması, yüzyıllardan beri seni bekliyor.” diyerek gençliğe seslenmekte onları göreve çağırmaktadır. Aynı şekilde çocukları da ideolojisinin geleceği olarak görür. Bundan dolayı Gökalp, çocuk eğitimine özel bir değer vermiştir. Çocukları devletin ve milletin devamı, geleceğin teminatı olarak görmektedir. Gelecekte sağlıklı bir millet hayatı oluşturabilmek için, çocukların millî değerler, millî duygular ve modern ilimler çerçevesinde eğitilmesi gerektiğini düşünür. Onun bu yaklaşımlarını çocuklar için yazdığı eserlerin hemen hemen tamamında görmek mümkündür. Diğer görüşlerinde olduğu gibi çocuk eğitimi konusunda da Ziya Gökalp’ın düşünce merkezi millîliktir. O, modern bir eğitim anlayışını savunur ve bunun temelini millî eğitimde görür. Konuyla ilgili olarak Millî Terbiye isimli makalesinde şu görüşlere yer verir: “Hulâsa, modern cemiyetlerde, çocuklara millî terbiye verilmesiyle, aynı zamanda, modern terbiye de verilmiş olur. Halbuki, modern olmayan cemiyetlerde çocuklara modern terbiye vermeye çalışmakla ne modern terbiye ne de millî terbiye verilebilir. Tam tersine, çocukların karaktersiz, muvazenesiz, gayr-ı millî bir surette yetişmesine sebebiyet verilmiş olur. Hususiyle, biz modern bir cemiyet olduğumuz için, terbiyemizin yalnız millî olmasını temine çalışmak kâfidir. Terbiyemiz millî olduğu gün, ister istemez modern de olacaktır. Bizim için millî terbiyenin gayesi, aynı zamanda modern terbiye gayesinin de içinde vardır." Ziya Gökalp eğitim hakkındaki görüşlerini üç ana prensip üzerine kurar. Bunlar; Türk Eğitimi, İslam Eğitimi ve Çağdaş Eğitimdir. Bu üç eğitimin birbirine yardımcı, birbirini tamamlayıcı ve yol gösterici olması gerektiğini savunur. Bu yardımlaşma ve irtibat olmazsa eğitimin birbiriyle çelişen ve faydasız bir iş olacağını söyler. “Oysa yetkilerinin çemberi ve bu çemberin sınırları akla uygun ve dosdoğru belirlenmezse birbirine karşı ve düşman olabilirler.” Ortaya koyduğu fikirleri ve eserleriyle çocuk eğitiminde yeni ve modern bir yaklaşım sergileyen Ziya Gökalp milletin geleceğinin çocuklar olduğunu görmektedir. Bu sebeple onların eğitimine büyük önem verir. Gökalp çocuklara verilecek eğitimin usulleri üzerine de fikirler beyan eder. Mesela çocuk eğitiminde gayet hassas ve nazik olunması gerektiğini vurgular ve şunları söyler: “Çocuk her gördüğünü taklit ettiği gibi, korkaklığa ve cesarete de ufakken alışır.” Aynı konuda, çocuklarla ilgilenirken söz konusu dengenin iyi ayarlanmasının önemine istinaden eşine yazdığı bir mektupta şunları yazar: “Çocuğu şımartmak iyi değildir, fakat, korkutmak hiç caiz değildir. Türkan gibi çocuklar tatlı dille yola gelir.” Ziya Gökalp’ın çocuklar ve çocuk eğitimi konularındaki görüşlerini ortaya koyan belgeler arasında özel mektuplarının da bulunması, bu konularda çok aydınlatıcı olmuştur. Gökalp sürgün yıllarında çocuklarından ayrı kaldığı için çok müteessirdir. O, çocuklarıyla birlikte olmak onlarla oynamak, eğlenmek, onlara dersler vermek ister çünkü Gökalp, çocukların eğitiminde ailenin büyük rol oynadığını bilir. Çocuk ilk eğitimini ailesinden alır. Özellikle anne çocuğun eğitiminde büyük sorumluluk taşır. Çocuk eğitiminde annenin üstüne düşen bu büyük görevin farkında olan Gökalp bu durumu değişik bir benzetme ile anlatır: “Bir anne çocuklarını söyletmeli ve onlara ihtiyaçlarına göre terbiye edici sözler söylemelidir. Çocuklar, aile tarikatının müridleridir. Anneleri onların şeyhi gibidir. Şeyh nasıl müridlerinin ruhlarıyla meşgul olur ve daima bu ruhları tedavi ederse, anne de çocukları hakkında onun gibi yapmalıdır.” Yine ailenin çocuk eğitimine katkısını dile getirirken: “Çocuk için en iyi mektep, ana kucağıdır; en iyi bahçe baba ocağıdır. Aile içinde alınan terbiye, her terbiyenin fevkindedir.” der. Aileyi eğitim yuvası olarak görmektedir. Kızı Hürriyet’e yazdığı bir mektupta, küçük kızı Türkan’ın güzel konuşmayı öğrenmesi için ona yardımcı olmasını ister ve şu bilgileri verir: “Türkan’a güzel masallar söyle; konuşmayı kendisine doğru öğret! Çocuk diliyle eğri büğrü konuşmasın”
|
|
|
Kayıtlı
|
SEN TANRI DEĞİLMİSİN , ADINI YARGILATMA SANA TANRI DEYİNCE , DİNİMİ SORGULAMA YA ADAM ET BUNLARI , YA BERABER YAŞATMA KANI BOZUK OLANLAR "TÜRK'ÜM" DİYEMESİNLER 𐱃𐰀𐰴𐰾𐰃𐰤 𐰴𐰀𐰞𐰴𐰀𐰣
|
|
|
K A L K A N
Atsızcı

Cinsiyet: 
ileti Sayısı: 1.926
YAŞAMIMIZI DÜŞÜNCELERİMİZ YÖNETİR
|
 |
« Yanıtla #6 : 10 Mayıs 2010, 21:12:41 » |
|
Köprülerin (Linklerin) Görülmesine İzin Verilmiyor. Köprüleri (Linkleri) Görebilmek İçin Üye Olun veya Giriş Yapın
ÇOCUK EDEBİYATI VE ZİYA GÖKALP
Ziya Gökalp’ın çocuk eğitimi ile ilgili olarak çocuklara doğrudan telkinleri azdır. Onun, çocuk eğitimi ile ilgili görüşlerini daha ziyade, yetişkinlere bu konudaki telkinlerinde görmek mümkündür. Buna örnek olabilecek bir değerlendirmesini eşine yazdığı bir mektubunda dile getirir. Küçük çocukların meraklı olabileceğini bu durumun normal olduğunu ve anne babaların, büyüklerin meraklı çocuklara nasıl tavırlar göstermeleri gerektiğini anlatarak: “Çocuklar her şeyi anlamak isterler, sorarlar; fakat bizde ekseriya ana ve babalar, çocuğun bu suallerine kıymet vermezler. Ona baştan savma bir cevap verirler. Bu iyi değildir. Bilakis çocuğun bu sorularından istifade ederek, ona sorduğu şeye dair doğru bilgiler öğretmelidir. Bir çocuk daima suallerine baştan savma cevaplar alınca, yavaş yavaş artık hiçbir şeyi merak etmez ve sormaz olur; çünki evvelki suallerine aldığı cevaplar ruhunu doyurmadı. Avrupa’da ise çocuğun bir şey sormasını dört gözle beklerler; çünki bir çocuk sorduğu bir şeyi anlamağa hazırlanmış demektir. Bu fırsatı kaçırmayarak çocuğa sorduğu şey hakkında onun anlayacağı derecede malûmat verirler. Bundan başka babalar ve analar kendileri de, çocuklardan birçok şeylerin ne olduğunu sorarlar. Çocuk cevap vermek için düşünmeğe mecbûr olur. Doğru cevaplar verirse kendi aklına, zekasına i‘timad etmeğe, kendi kendine meseleler halletmeğe alışır. Bu usul eğlenceli bir çocuk terbiyesi yoludur.” yargısını ortaya koyar. Gökalp yukarıdakilere benzer yaklaşımlarını sıklıkla dile getirir. Onun bu yaklaşımını Önder Göçgün bir pedagog tavrı olarak nitelendirir ve Ziya Gökalp’ın 2 Aralık 1920 tarihli mektubundan alıntılar yaparak şunları yazar: “Ziya Bey bir pedagog tavrıyla çocuğun biraz yaramaz ve zeki olmasını sever. ‘...çocuklar dövülmekle uslanmaz. Zaten bir çocuğun çok uslu olması da iyi değildir. Zeki çocuklar, yaramaz olurlar. Uslu çocuklar hımbıl olanlardır.’ Onun için de; ‘küçük çocuklara bağırma(nın), dövme(nin), ekşi yüz gösterme(nin) iyi olmadığı’ inancındadır. Zira: ‘Sinirlilik bundan doğar. Sinirli insanlar, çocukken yahut büyüdükten sonra sert muamele gören insanlardır.” Gökalp aynı tavrını sık sık sergiler. Gökalp’ın bu pedagog tavrını Önder Göçgün aynı yazısının devamında mektuplarından alıntılar yaparak şöyle dile getirir: “Onun nazarında çocuk, ‘kendisine kıymet verildiğini gördükçe, kendi kendine itimat eden bir varlıktır’ ve: Bir çocuğa yaramaz, haylaz gibi sözlerle hitap edilirse, gerçekten yaramaz ve haylaz olur. Bununla beraber çocuğu şımartmak da iyi değildir.” Çocukların da yetişkinler gibi maddî, manevî bir takım ihtiyaçlarının olduğu bilinen bir gerçektir. Güzel sanatların bir şubesi olan edebiyatın çocukların manevî ihtiyaçlarının karşılanmasında çok önemli bir rol üstlendiği görülmektedir. Söz konusu rol, edebiyatta, çocuk edebiyatı alanının ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Ziya Gökalp fikirleri ve bu sahadaki eserleriyle çocuk edebiyatının öncülerindendir. Ziya Gökalp’ın döneminde (1876-1924) bugünkü anlamda, sınırları tespit edilmiş bir çocuk edebiyatı yoktu. Ancak o, bugünkü çocuk edebiyatına temel olabilecek nitelikte fikirler ve eserler ortaya koymuştur. Edebiyatın; çocukların eğitimi, olgunlaşması, sosyalleşmesi ve diğer ruhî ihtiyaçlarını karşılaması gibi konularda en büyük yardımcı olarak gören Ziya Gökalp edebiyat-çocuk ilişkisini çok önemli bulur. Çocukların müspet özellikler kazanabilmesi için edebiyat önemli bir araçtır. Onun bu konudaki fikirlerine örnek olması bakımından, kızlarına yazdığı bir mektubunda söylediği şu cümleler önemlidir. “Edebiyata ve şiire kıymet vermeli: çünkü bu iki hüner de gayet eğlenceli ve zevklidir. Aynı zamanda zekaya nur, muhayyileye kanat, kalbe de heyecan verir. Derslerin en vecdlisi edebiyat ve şiire dair olanlardır. Resimle mûsikî de şiirle edebiyatın arkadaşıdır. Bunların hepsi rûha güzellik, ahlâka temizlik verir. İnsan en tatlı vecdleri bu hünerden alır. Çocuklara Allah sevgisi, mefkûre sevgisi iyi verilmiyor. Çocuklar bu duyguları da, edebiyatın ilahilerinden, destanlarından almak mecbûriyetindedir.” Bu cümlelerden de anlaşılacağı gibi Gökalp, toplumsal kuralları, Türklük ve beşerî değerleri çocuklara edebiyat yoluyla telkine çalışır. Bu anlamda edebiyatı bir araç gibi kullanmak isteği düşünülebilir. O, edebiyatı faydacı bir beşerî ilim olarak görür. Ferdiyet ve şahsiyet adlı makalesinde bu konuyla ilgili olarak edebiyatın yeni nesle şahsiyet kazandırması gerektiğini belirtir. Şinasî ve Nâmık Kemâl dönemi edebiyatının gençleri şahsiyetli olmaya yönlendirdiğini söyleyerek edebiyatın bu noktadaki görevini şöyle tespit eder: “Edebiyat, gençlik terbiyesinin temeli olan beşerî ilimlerin mühim meşalelerinden biridir. İşte, bu yeri itibariyledir ki edebiyat insanı tam bütünlüğüyle tasvir etmek mecburiyetindedir. Edebiyat bütün insanlık hakkındaki gördüklerini söylemek için basın huzuruna davet edilmiş bir şahit mevkiindedir. Bu şahit insanların yalnız ferdi temayüllerini tasvir eder de, şahsi temayüllerini saklarsa vazifesini kötüye kullanmış, hakikate karşı küfretmiş olur.” Gökalp çocuklar için şiirler ve masallar yazmıştır. Onun bu vadideki eserleri çocuklara edebiyat aracılığı ile ulaşmak istemesinin bir sonucudur. Çünkü Gökalp edebiyatı pek çok noktada en iyi iletişim aracı olarak kabul etmektedir. Çocuklar edebiyat aracılığı ile eğitilmeli, onlara edebiyat aracılığı ile hitap edilmelidir. Kızlarına yazdığı mektuplarından birinde küçük kızı Türkan’ın aile içindeki eğitim ve diğer aile fertleriyle iletişimi konusunda söyledikleri çocuk ve edebiyat ilişkisini nasıl değerlendirdiğini gösterir: “Çocuğu şımartmak iyi değildir. Korkutmak hiç caiz değildir. Türkan gibi çocuklar tatlı dille yola gelir. Ona vermek istediğiniz dersleri, masallarla anlatabilirsiniz. O, küçük zekasıyla annesine teselli verebiliyor; o halde, masallarla vereceğiniz dersleri anlayabilir.” Ziya Gökalp edebî ürünlerin çocuk ruhuna ne derece hitap ettiğini iyi bilir. Kendi çocukluğundan örnekler vererek çocuğun ruhunu edebî eserlerle doyurduğunu ve zihnini edebî eserlerle genişlettiğini belirtir. Edebî eserlerin çocuk üzerindeki olumlu tesirine o kadar inanır ki kızı Seniha’nın kardeşi Hürriyet’le ilgili -çok konuşmuyor, konuşurken sıkılıyor- şikâyeti üzerine cevaben şöyle yazar: “Üzerine düşmeden, kendisini sıkmadan, masallarla, oyunlarla biraz bu kızcağızı da şetaretlendirirseniz iyi olur. Kendisine sıkılma, utanma dendikçe, mahcupluğu daha ziyade artar, fakat, bu gibi sözler söylemeden, kendisiyle çok konuşup söyletmek faidelidir. Ezberlediği şiirleri yüksek sesle okursa, hepinizin yanında masal söylerse, yavaş yavaş sıkılganlığı geçer... Birbirinize masal söyleyiniz.”
|
|
|
Kayıtlı
|
SEN TANRI DEĞİLMİSİN , ADINI YARGILATMA SANA TANRI DEYİNCE , DİNİMİ SORGULAMA YA ADAM ET BUNLARI , YA BERABER YAŞATMA KANI BOZUK OLANLAR "TÜRK'ÜM" DİYEMESİNLER 𐱃𐰀𐰴𐰾𐰃𐰤 𐰴𐰀𐰞𐰴𐰀𐰣
|
|
|
K A L K A N
Atsızcı

Cinsiyet: 
ileti Sayısı: 1.926
YAŞAMIMIZI DÜŞÜNCELERİMİZ YÖNETİR
|
 |
« Yanıtla #7 : 10 Mayıs 2010, 21:16:43 » |
|
Köprülerin (Linklerin) Görülmesine İzin Verilmiyor. Köprüleri (Linkleri) Görebilmek İçin Üye Olun veya Giriş Yapın
ÇOCUK EDEBİYATI VE ZİYA GÖKALP
Ziya Gökalp’in fikir sisteminde çok belirgin bir özellik vardır. O önce teoride fikirlerini ortaya koyar sonra bu fikirlerin hayata geçirilmesinin yollarını gösterir. Buna da bizzat öncülük eder. Gökalp’in çocuk ve edebiyat eksenindeki görüşlerini değerlendirirken de aynı istikamette hareket ettiğini görürüz. Ziya Gökalp’a göre edebiyat millî olmalı, edebî eserlerde sade bir Türkçe kullanılmalı, edebî eser, okuyucusuna şahsiyet ve olgunluk kazandırmalı, okuyucuyu sosyalleştirmeli ve geliştirmelidir. Çocuklara yönelik yazdığı eserlere genel bir çerçeveden bakıldığı zaman onun eserlerinin bu fikirlerinin tatbiki niteliğinde oldukları görülür. Somutlaştırarak söyleyecek olursak Gökalp, masallarında ve şiirlerinde millî motiflere yer vererek Kızıl Elma’da Türkçülük mefkûresini; Tembel Ahmet ve Küçük Şehzade’de çalışkanlık ve dürüstlüğün neler kazandırabileceğini; Keloğlan ile Kuğular’da halkın zulme karşı zaferini; Düzme Keloğlan’da görünüşe kıymet vermenin kötü sonuçlarını; Pekmezci Anne’de sabrın, Keşiş Ne Gördün’de iyi kalpliliğin faydalarını; Yılan Bey ile Peltan Bey’de ise aile bağlarının önemini sade bir dille kaleme almıştır. İnci Enginün, “Cumhuriyetin ilk nesillerinde, bu masal ve şiirlerle telkin edilen millî ve beşerî değerler derin izler bırakmıştır.” demektedir. Bize göre de bu böyledir ve çok yerinde bir tespittir. Gökalp’ın çocuk, çocuk eğitimi, çocuk ve edebiyat konularına ilişkin düşünce ve yaklaşımlarını eserlerinde uyguladığını görürüz. Buna göre Ziya Gökalp’ın çocuk edebiyatı sahasına dahil edebileceğimiz eserleri şekil, konu, dil ve üslup, bakımından değerlendirildiğinde söz konusu yargının doğruluğu daha iyi anlaşılacaktır. Ziya Gökalp, edebi eserlerinde Divan, Halk ve Batı Edebiyatı şekil unsurlarını kullanmıştır. Yetiştiği ve yaşadığı dönem itibariyle Gökalp’ın Divan edebiyatı’ndan tamamen kopuk olması beklenemez. 1911 yılında Genç kalemler hareketi ile başlayan dilde sadeleşme ve millîleşme cereyanına kadar Gökalp Klâsik edebiyatımızdan kopmuş değildir. O, Fevziye Abdullah Tansel’in de tespit ettiği gibi vezin olarak “ilk manzumelerinde aruzu” kullanmıştır. Divan edebiyatı nazım şekillerinden de gazelle şiirler yazmıştır. Ancak onun çocuk edebiyatı alanına dâhil olan eserlerinde Divan edebiyatı nazım şekillerinden herhangi birine rastlanmaz. Daha sonra Ziya Gökalp’ın fikirleri belli bir sistematiğe oturunca edebi eserlerin şekli konusunda net görüşler ortaya koymuş ve eserlerinde söz konusu görüşlerini uygulamıştır. Bu aşamada Gökalp’ın manzumelerini bir kaçı hariç özellikle Türk Halk ve Batı edebiyatının nazım şekilleriyle yazdığı görülmektedir. Bu uygulamanın gerekçelerini Türkçülüğün Programı’nı yazarken ortaya koymuştur. Gökalp fikirlerini Türkçülük temeline oturturken Halka Doğru ve Garba Doğru ilkelerini ortaya koyar. Bu doğrultuda Edebiyatımızın Millîleşmesi ve İşlenmesi başlığı altında bu konuyu geniş bir şekilde açıklar: “Türkçülüğe göre, edebiyatımız yükselebilmek için, iki sanat müzesinde terbiye görmek mecburiyetindedir. Bu müzelerden birincisi Halk edebiyatı ikincisi Batı edebiyatıdır. Türkçü şairler ve yazarlar bir taraftan halkın güzel eserlerini, öte yandan Batı’nın şaheserlerini model olarak almalıdırlar. Türk edebiyatı, bu iki çıraklık devresini geçirmeden, ne millî olabilir, ne de tekâmül edebilir. Demek ki edebiyatımız bir taraftan halka doğru öbür yandan Batı’ya doğru gitmek mecburiyetindedir.” Ziya Gökalp manzum eserlerinde millî veznimiz heceyi tercih eder. Bunu da estetik Türkçülüğün bir gerekçesi olarak görür. Ziya Gökalp’ın söz konusu görüşlerine uygun olarak çocuklar için yazdığı manzum masalların çoğu mesnevî nazım şekliyle yazılmıştır. Mesnevî nazım şekliyle yazılmış bu manzum masalların en güzel örneklerini, Kızılelma, Ülker ile Aydın, Küçük Şehzade, Alageyik, Kolsuz Hanım, Küçük Hemşire, Arslan Basat, Türk’ün Tufanı, Küçük Tomris, Yeşil Boncuk, Yaradılış, Kendine Doğru ve Limni’de Dicle Vadisi şiirlerinde görmek mümkündür. Divan edebiyatında mesnevî denince akla genellikle uzun manzumeler gelir. Gökalp’ta ise durum her zaman böyle değildir. O, mesnevî için kısa denebilecek tarzda manzumeler de kaleme almıştır. Kanaatimizce bu durum Ziya Gökalp’ın mesnevîde özgün yanını oluşturmaktadır. Adı geçen mesnevîlerin vezni hecedir. Gökalp, bu manzumelerinde hecenin muhtelif kalıplarını kullanmıştır. En çok kullandığı kalıplar ise (6+5) 11’li ve (4+3) 7’lidir. Ziya Gökalp’ın çocuklar için yazdığı manzumelerin bir kısmı da Batı kaynaklı nazım şekilleriyledir. Mektepli Hanım Kızların Marşı, Kurt ile Ayı, Yeni Atilla ve benzeri yirmi manzume böyledir. Fevziye Abdullah Tansel, bu hususta şu tespiti yapmaktadır: “Bunlar, esasını dörder mısralık kıt‘alar teşkil eden quatrain adı altında toplanan nazım şekline girer. Gökalp’ın bu şekli kullandığı otuz iki manzumesinden çoğu 1915-1922 yılları arasında basılmıştır. İlk şiirlerinde ise, herhalde Servet-i Funûn şairlerinin te‘siri ile, yine Garp klasik nazmına ait üçer mısralık kı‘alardan meydana gelen serbest terza-rima ile sone (sonet) şeklini kullandığı görülür.” Gökalp’ın çoğunlukla kullandığı nazım şekilleri Halk edebiyatına ait olanlardır. Tevhid, Türk’ün Tekbir’i, İlahi, Asker Duası, Hayat Yolunda, Yeni Attila, Durma Vur, Şehit Haremi manzumelerinde görüleceği gibi en çok kullandığı Halk edebiyatı nazım şekli koşmadır. Ziya Gökalp bazen de Divan, Halk ve Batı edebiyatı kaynaklı nazım şekillerini ve bu şekillere ait unsurları aynı manzumede birilikte kullanır. Arslan Basat, Ülker ile Aydın, Kızılelma’da olduğu gibi. Olay, mesnevî şeklinde kafiyelenmiş beyitlerle, diyaloglar ise dörtlüklerle verilmiştir. Öte yandan onun hiçbir şekle uymayan manzumeleri de vardır ancak bu tarzda yazdığı manzumelerden çocuk edebiyatı kriterine uyanı yoktur. Gökalp çocuklar için mensur eserler de kaleme almıştır. Bu eserler Türk Halk masalları formundadır. Keloğlan, Tembel Ahmet, Kuğular, Nar Tanesi Yahut Düzme Keloğlan, Keşiş Ne Gördün, Pekmezci Anne, Yılan Bey ile Peltan Bey böyledir. Gökalp mensur eserleri içinde manzum parçalara da yer vermektedir. Ziya Gökalp, Türkçülüğün teorisyenlerindendir. O, bu ideolojiyi “ilmî, felsefî, estetik bir mektep başka bir deyişle, kültürel bir çalışma ve yenileşme yolu” olarak görür. Çalışmaları, görüşleri ve eserleri de bu doğrultudadır. Çocuklara yönelik eserlerinde kültürel bir yenileşmeyi sağlamak amacındadır. Eserleri özellikle konuları ve kaynakları bakımından genel prensipleri ile paralellik arz eder. Konuları millîdir. Amaç Türk milletini medeniyetçe yükseltmek ve kültürel olarak kuvvetlendirmektir. Böylece Türk çocuklarına güçlü ve iyi bir karakter kazandırmak Gökalp’ın başlıca hedefidir. Gökalp, kendi millî kültürümüzü tanıyıp, o vasıtayla millî zevki tatmadan diğer kültürlere gitmenin doğru olmadığını düşünür. Bir insanın millî zevki tadacağı ilk devre ise çocukluk devresidir. Gökalp bu bilinçle millî ve kültürel konulara yönelmiş halk edebiyatından faydalanmıştır. Bu yönelişin sebeplerini şöyle izah eder: “Her millette, güzellik telakkisi başkadır. Bir milletin güzel gördüğü şeyleri, diğer millet çirkin görür. Bu suretle, zevkin millî olması lâzım gelir. Gerçekten de her milletin millî bir zevki vardır. Millî zevki bulmak için halka doğru gitmek, halk sanatlarından uzun uzadıya estetik bir terbiye almak lâzım olduğunu anladık.” “Devletler, kendi sanayilerini korumak ve geliştirmek için, yüksek gümrük vergilerini koymak suretiyle, dış alım satımların serbestçe devamını önlerler. Kavimler, millî dillerinin saflığını korumak için yabancı kelimeleri dillerine sokmamağa, edebiyatlarını millîleştirmek için milletler arası nitelikteki klasik edebiyatı bırakarak, konu ve esaslarını halk edebiyatından almağa çalışırlar.” Ziya Gökalp, edebî eserlerin konuları bakımından Türk halk edebiyatına dayanması ve bunların Batı edebiyatında görülen terbiyeye göre işlenmesi gerektiğini savunur. Çünkü o, Türk halk edebiyatı ürünlerinin yüksek estetik değere haiz olduğu, yüksek sanat değeri taşıdığı görüşündedir. Bu eserlerin ihmal edilmemesini ister: “Türk halk masallarıyla halk şiirinin güzelliği Türklerin estetik sahasında büyük bir kabiliyete malik olduklarını gösterir. Fakat yazık ki Osmanlı sanatkârlarının hatası yüzünden, şimdiye kadar bu sanat kabiliyeti Avrupaî bir terbiyeden mahrum kalmıştır.” “Edebiyatımız yükselebilmek için iki sanat müzesinde terbiye görmek mecburiyetindedir. Bu müzelerden birincisi halk edebiyatı, ikincisi batı edebiyatıdır...
|
|
|
Kayıtlı
|
SEN TANRI DEĞİLMİSİN , ADINI YARGILATMA SANA TANRI DEYİNCE , DİNİMİ SORGULAMA YA ADAM ET BUNLARI , YA BERABER YAŞATMA KANI BOZUK OLANLAR "TÜRK'ÜM" DİYEMESİNLER 𐱃𐰀𐰴𐰾𐰃𐰤 𐰴𐰀𐰞𐰴𐰀𐰣
|
|
|
K A L K A N
Atsızcı

Cinsiyet: 
ileti Sayısı: 1.926
YAŞAMIMIZI DÜŞÜNCELERİMİZ YÖNETİR
|
 |
« Yanıtla #8 : 10 Mayıs 2010, 21:21:00 » |
|
Köprülerin (Linklerin) Görülmesine İzin Verilmiyor. Köprüleri (Linkleri) Görebilmek İçin Üye Olun veya Giriş Yapın
ÇOCUK EDEBİYATI VE ZİYA GÖKALP
Halk edebiyatı ne gibi şeylerdir. İlkin masallar, fıkralar, efsaneler, menkıbeler, üstureler; ikinci olarak, ata sözleri, bilmeceler; üçüncü olarak, maniler, koşmalar, destanlar, ilahiler, dördüncü olarak; Dede Korkut Kitabı, Aşık Kerem, Şah İsmail, Köroğlu gibi hikayelerle ceng-nameler, beşinci olarak; Yunus Emre, Kaygusuz, Karacaoğlan, Dertli gibi tekke ve saz şairleri, altıncı olarak; Karagöz ve Nasrettin Hoca gibi canlı edebiyatlar. Edebiyatımız bu modellerden ne kadar çok feyiz alırsa, o kadar çok millîleşmiş olur... Edebiyatımızın Batı şaheserleri müzesinde geçireceği çıraklığa da millî edebiyatımızın batılılaşması diyebiliriz. Bu ifadelerden anlaşıldı ki, millî edebiyatımız millîleştirme ve batılılaştırma adları verilen iki terbiye devresinden geçtikten sonra hem millî hem de Avrupalı bir edebiyat haline girecektir.” İşte Ziya Gökalp bu düşünceler ışığında Türk milletini yükseltmek için çalışmıştır. Çocuklar için kaleme aldığı kısa manzumeler, şiirler, manzum ve mensur hikayeler, masallar bu çabanın sonucudur. Kızılelma ve Alageyik, Gökalp’ın Turan mefkûresini anlatan sembolik hikâyelerdir. Ülker ile Aydın manzumesinde de Turan kelimesi sembolik olarak kullanılmıştır. Bir büyü sonucu ceylan şeklini alan Aydın, kardeşi Ülker’in yeni doğan ve Turan adı verilen oğlunu görür görmez eski şeklini alarak insan olur. Gökalp’ın çocuklar için yazdığı eserler dışında da Turan ülküsünü işlediği eserleri vardır. Fevziye Abdullah Tansel’in tespitine göre 1915 yılı başından itibaren Gökalp, Turan ülküsünü anlatma ve yayma maksadıyla hiçbir şiir yazmamış 1916’da yazdığı Lisan şiirinden sonra Turan’ı mefkûre anlamında kullanmaya başlamıştır. Türklük’ün yakın mefkûresi olan Oğuzculuk fikrini işleyen tek şiiri ise Ötüken Ülkesi’dir. Ziya Gökalp’ın vatan sevgisini işleyen eserlerinin bazıları yaşadığı dönemin olaylarını konu alır. Bu eserler sayı bakımından pek çok olmakla beraber çocukların faydalanabileceği Kolsuz Hanım adlı eser İzmir ve Edirne’nin işgali ile geri alınmasını anlatan sembolik bir hikâyedir. Belli bir olayla ilgili olmaksızın çocuklara vatan sevgisini aşılamak maksadıyla yazdığı eserleri ise Kurt ile Ayı, Şehid Haremi, Asker Duası, Türk’ün Tufanı, Yeni Attila, İlahi, Yeşil Boncuk, Küçük Tomris’tir. Gökalp’ın Atatürk, Enver Paşa, Tal‘at Paşa, Ömer Naci gibi yakın tarihimizde derin izler bırakmış şahsiyetleri çocuklara tanıtan şiirler yazması hiç şüphesiz faydalı olmuştur. Ancak bu şiirler, anlatım, dil, muhteva ve benzeri özellikleri göz önüne alınarak değerlendirildiğinde çocuk edebiyatına dâhil edilemez. Türk destanlarından ve Türk halk hikâyelerinden faydalanarak yazdığı eserler arasında Tepegöz ve Boğaç Han hikâyelerini sayabiliriz. Fevziye Abdullah Tansel’in adı geçen eserlerle ilgili olarak kaleme aldığı şu tespit önemlidir. “Gökalp, ‘ümid ederiz ki, sanatkâr bir şairimiz çıkar da devletimizin esası olan Kayı Boyu’na ait bu iki menkıbeden millî bir Şeh-name, bir Altun Destan çıkarır’ dileğinde bulunur. Ergenekon’dan sonra Tepegöz ve Boğa ile Boğaç hikayelerini manzum olarak Anadolu lehçesine çeviren şairimiz, bu iki hikayedeki vak‘aları mantıklı sıraya bağlı kalarak Arslan Basat adlı hikayesini yazdı. Tepegöz hikayesinin kahramanı Basat, Oğuz ilini Ergenekon’a benzer ikinci bir felaketten kurtarmıştır. Arslan Basat hikayesinin son kısmında, Oğuz ilinin Tepegöz’den kurtarılması ile İstiklâl Savaşı’mız, Tepegöz’ü mahveden Arslan Basat ile Türklerin yetiştirdiği kahramanlar ve Atatürk arasında bağlılık yaratmıştır.” Ayrıca Ziya Gökalp, halk masallarını manzum olarak düzenlemeye çalışmıştır. Bunlar arsında Yaradılış Kozmogonisi adlı eseri dikkat çekicidir. Gökalp’ın halk edebiyatına ait ürünlerden faydalanarak yazdığı eserler üzerine müstakil bir çalışma yapan Rıza Filizok, eserleri belli bir sistematiğe bağlamış ve bunları geniş bir şekilde incelemiştir. Bu incelemede Rıza Filizok, Gökalp’ın söz konusu eserlerini şöyle tasnif etmektedir: “Ziya Gökalp’ın Masalları A- Dede Korkut Hikayelerine Dayanan Masallar 1- Arslan Basat 2- Deli Dumrul B- Temelinde Belli Bir Halk Masalı Bulunan Masallar 1- Küçük Şehzade 2- Ülker ile Aydın 3- Kolsuz Hanım 4- Yılan Bey ile Peltan Bey 5- Keloğlan 6- Nar tanesi Yahut Düzme Keloğlan 7- Keşiş Ne Gördün 8- Pekmezci Anne 9- Tembel Ahmet 10- Küçük Hemşire C- Çeşitli Motiflerin Birleştirilmesiyle Meydana Getirilmiş Masallar Kızılelma D- Yabancı Kaynaklı Masallar Kuğular Ziya Gökalp’ın Şiirleri A- Konusunu Eski Türk Ustûrelerinden Alan Şiirler B- Şekil ve Muhteva Yönünden Tasavvufî Halk Şiiri ve Saz Şiirinden Unsurlar Taşıyan Şiirler C- Tekerleme, Mani, Masal Gibi Kolektif Bir Karakter Taşıyan Halk Edebiyatı Ürünlerinden Yararlanarak Yazılan Şiirler” Aynı çalışmanın sonunda Filizok, Gökalp’ın eserlerinde muhteva konusuyla ilgili olarak şu tespite yer verir: “Ziya Gökalp, Türk milliyetçiliğinin temeli olarak gördüğü Türk halk kültürüne yönelmiş, Türk halk edebiyatını kurulacak yeni edebiyatın temeli olarak görmüştür.”
|
|
|
Kayıtlı
|
SEN TANRI DEĞİLMİSİN , ADINI YARGILATMA SANA TANRI DEYİNCE , DİNİMİ SORGULAMA YA ADAM ET BUNLARI , YA BERABER YAŞATMA KANI BOZUK OLANLAR "TÜRK'ÜM" DİYEMESİNLER 𐱃𐰀𐰴𐰾𐰃𐰤 𐰴𐰀𐰞𐰴𐰀𐰣
|
|
|
K A L K A N
Atsızcı

Cinsiyet: 
ileti Sayısı: 1.926
YAŞAMIMIZI DÜŞÜNCELERİMİZ YÖNETİR
|
 |
« Yanıtla #9 : 10 Mayıs 2010, 21:27:47 » |
|
Köprülerin (Linklerin) Görülmesine İzin Verilmiyor. Köprüleri (Linkleri) Görebilmek İçin Üye Olun veya Giriş Yapın
ÇOCUK EDEBİYATI VE ZİYA GÖKALP
Ziya Gökalp’ın eserlerinde, halk edebiyatı kaynaklı ancak batılı anlamda işlenmiş konular yer alır. Kaynağı Türk halk edebiyatı olmayan konular ise halk edebiyatı formunda işlenmiştir. Görüşleri ve eserleriyle Ziya Gökalp’ın fikir tarihimizde olduğu kadar, kültür, sanat ve özellikle edebiyatımızda da seçkin bir yeri vardır. Ziya Bey’e göre, edebiyat milli kültürümüzün ele alınması gereken en önemli bölümlerinden biridir. Bu düşüncesi doğrultusunda edebiyat kavramı üzerine pek çok fikir ortaya koymuştur. Edebiyat dille yapılan bir sanat dalıdır. Edebiyat kavramı üzerine düşünenler yoğunlukla dil konusu üzerinde kafa yorarlar. Ziya Gökalp da hem edebiyatın hem de kültürün ana unsuru olarak gördüğü dil konusuna çok sık temas etmiştir. Fikirleri bütünüyle incelendiğinde, Ziya Gökalp’ın yeni bir toplumun temellerini oluşturmak istediği görülür. Bu yeni toplumun ise yeni bir dil anlayışına ihtiyacı vardır. Toplumumuza temel olarak Türkçülüğü alan Gökalp, yeni dil anlayışına “Lisanî Türkçülük” adını verir. Osmanlı döneminde edebiyatta, dilde, ahlakta, musikide ve bilimde ikilik olduğunu öne süren Gökalp, bu konulardan dille ilgili olarak şunlar söyler: “Bundan beş yıl önce, memleketimizde yan yana iki dil yaşıyordu. Bunlardan birincisi, resmi bir kıymete malikti ve yazıyı inhisar altına almış gibiydi. Buna Osmanlıca adı veriliyordu. İkincisi, yalnız halk arasında konuşulmağa münhasır kalmış gibiydi. Buna da, küçümseyerek, Türkçe adı veriliyordu ve avama mahsus bir argo zannediliyordu. Halbuki, asıl tabiî ve hakiki dilimiz bu idi. Osmanlıca ise, Türkçe, Arapça ve Acemce’den ibaret olan üç dilin gramerini, sentaksını, lügatini birleştirmekle husule gelmiş sun‘i bir karışımından ibaretti. Bu iki dilden birincisi, tabii bir teşekkül ve günlük hayatta kullanılmak suretiyle, kendiliğinden vücuda gelmişti. Bundan dolayı milli kültürümüzün diliydi. İkincisi ise, fertler tarafından usulle ve iradeyle yapılmıştı. Bu dil aşuresinin içine, yalnız bazı Türkçe kelimeler ve takılar karışabilirdi. Demek ki, Osmanlıca’nın milli kültürümüzde pek az bir payı vardı.” Bu tespitleriyle dilimizdeki ikiliğe vurgu yapan Ziya Gökalp söz konusu ikiliğini aydın-halk kopukluğunu ortaya çıkardığını söyler. Milletleri millet yapan bağın eğitimde, kültürde yani duygularda birlik olduğunu söyleyen büyük düşünür bu bağın kurulabilmesi için dilde birlik kurulması gerektiğine inanmıştır*. Bu birlik Türkçülük anlayışının prensipleri doğrultusunda “halka doğru” gitmek suretiyle sağlanacaktır. Halkla aydının kaynaşması için birbirlerini anlayacakları bir dil gerekti. Bu dilin Osmanlı aydınının kullandığı dil olamayacağını gören Ziya Gökalp konuşma dilini yazı dili haline getirmeyi hedefler. Bunun nasıl yapılacağını da Türkçülüğün Esasları adlı eserinde “Lisanî Türkçülüğün Umdeleri (Dilde Türkçülüğün Prensipleri)” başlığı altında maddeler halinde açıklar. Yeni Türk dili konusundaki düşüncelerini özetleyerek bugünkü Türkçe’nin genel prensiplerini belirleyen Ziya Gökalp görüşlerini edebî eserlerine yansıtmıştır. Çocuk edebiyatı sahasına dahil edebileceğimiz eserlerinde prensiplerini ortaya koyduğu Türkçe’yi kullanmıştır. Halkı aydınlatmak için onun dilini kullanmak gerektiği gerçeğinin farkında olan Gökalp’in eserlerinde kullandığı dil halkın dilidir. Ziya Gökalp halk dilini kullanırken şive ve ağız özelliklerini ortadan kaldırmıştır. Eserlerini edebi İstanbul ağzıyla yazar. Özelikle temelini Dede Korkut hikâyeleri ve halk masallarından alan eserleri dil yönünden istediği gibi işlemiştir. Millîleşmek ve ilerlemek için halka doğru gitmek gerektiğini düşünen Gökalp edebi eserlerinde halk edebiyatını kaynak olarak görmüş ve halkın diliyle yani konuşulan Türkçe ile eserler vermiştir. Bu yargının hemen ardından belirtmek gerekir ki, Gökalp kaynağı halk edebiyatı olan eserleri ve halkın dilini belirli bir sistematiğe göre işlemiştir. Bu sistematik yukarıda alıntı yaptığımız prensiplerdir. Milli edebiyat cereyanı içinde dilde sadeleşme fikrinin öncülüğünü yapan Gökalp o tarihe kadar yazılı edebiyatta ve aydın çevrelerce edebi bir dil olarak kullanılmayan konuşma dilini edebiyata taşıması bakımından çok önemli bir şahsiyettir. Bugünkü yazı dilinin de temeli olan bu yeni edebi dilin fikir mimarı Ziya Gökalp’tır. Çocuklar için yazdığı bütün eserlerinde sade ve akıcı bir dil kullanarak, günümüze kadar tüm çocukların beğenerek okudukları eserler meydana getirmesi yanında günümüz yazılı çocuk edebiyatının dil problemini de ortadan kaldırmasıyla Ziya Gökalp’in çocuk edebiyatı içinde özel bir yeri vardır. Konularının çoğunu sözlü edebiyattan almakla beraber Gökalp’in eserleri dil ve üslup yönünden çok orijinaldir. Bu orijinallik söz konusu dil ve üslup özelliklerinin ilk olmasından kaynaklanır. “Ziya Gökalp edebi eserlerinde halkın konuştuğu dili kullanır” tespitini yaparken anlatılmak istenen onun halkın konuştuğu kelimeleri kullandığıdır. Zira edebi eserin dilinin günlük konuşma dilinden farklı olduğu bilinen bir gerçektir. Edebi eserlerinde günlük konuşma dilin kelimeleriyle edebiyat yapılabileceğini ispatlayan Gökalp aynı zamanda dilde Türkçülük ilkesini ve Türk dilinin zenginliğini ispatlamış olmaktadır. Gökalp’in eserlerinde kullandığı dil ve üslup başarılı da olmuştur. Mesela yazıldığı günden beri Alageyik, Yeşil Boncuk, Kurt ile Ayı gibi manzumeler her Türk çocuğunun belleğinden iz bırakmış, bir tekerleme gibi söylenegelmiştir. Gökalp’in masalları birer halk masalı hüviyetinde anlatılagelmiştir. Onun Ülker ile Aydın, Keşiş Ne Gördün, Tenbel Ahmet, Kuğular ve diğer masallarını bilmeyen pek az çocuk vardır. Ziya Gökalp’in eserlerinin her dönemde sevilerek okunmasında, birçok sebep olmakla birlikte, asıl sebep bu eserlerin dil özellikleridir. Her yazar ve şair sözü etkili kılmak için uğraşır. Bunu nasıl başaracağı ise yazarın veya şairin üslubuna bağlıdır. Bunu yapabilmek için edebi sanatlara ve yoğun bir anlatıma yer vermemek Ziya Gökalp’ın en önemli üslup özelliklerinden biridir. O anlatımındaki akıcılığa ve güzelliğe sadelikle ulaşmayı başarır. “Çocuktum ufacıktım, Top oynadım acıktım. Yolda buldum bir erik, Kaptı bir alageyik.”
dizelerindeki rahat söyleyiş “Yüce Tanrı! Biz ki yavru Türkleriz, Sana geldik, vatan için duaya Yurdumuzun necâtını dileriz Elimizi açtık işte semaya Biz yalvarır iken, söyle: Amin Duamızı kabul eyle: Amin”
dizelerindeki samimi ve içten anlatım tarzı söz konusu sadeliğin örnekleridir. “Ben bir küçük çocuğum, Var bir yeşil boncuğum. ... Üstünde bir güzel kız Resmi var; Ay ve yıldız”
Örneklerinde de görüleceği gibi rahat bir söyleyiş, sade bir dil ve anlatımı güçlendiren Gökalp gereksiz kelime kullanımından kaçar. Masal üslubuyla yazdığı manzumelerde de nesir halindeki masallarında da bu durumu görmek mümkündür. Gökalp halk masallarının kalıplaşmış giriş ve bitiş motiflerini kaldırmıştır. Halk masalının içinde yer alan manzum sözleri, aslını bozmamaya itina göstererek onarmış, şekil ve dil özellikleri bakımından, güzelleştirmek amacıyla işlemiştir. Ancak masalları kendi üslubuyla yazarken halk masallarının anlatım özelliklerini tamamen ortadan kaldırmamış, onlardan birer üslup unsuru olarak faydalanmıştır. Mesela Kızılelma şiirindeki Bir varmış bir yokmuş, Tanrı’dan başka Kimseler yok imiş, yakın zamanda başlangıcı buna güzel bir örnektir. Ziya Gökalp anlatımında zenginliği sağlamak için eserlerini halk edebiyatı unsurlarıyla güçlendirir. Bu konuda Rıza Filizok şöyle demektedir: “Gökalp daha yoğun bir masal atmosferi elde edebilmek için işlediği masalı diğer masallardan aldığı unsurlarla zenginleştirir. Bununla birlikte Gökalp’ın masalları, üzerimizde masaldan çok hikaye tesiri bırakır. Bunun sebebi yazarın konu, şahıslar, zaman ve mekan üzerinde modern bir hikaye tavrıyla durmasıdır. Gökalp, yukarıdaki kategorilerle ilgili teferruat üzerinde duruşuyla, tasvirlere yer verişiyle, masala yabancı olan motivasyonu masallarına ilave edilişiyle masallarını hikayeleştirmiştir.” Üslup bakımından, sıfatın çok kullanıldığı eserler süslü kabul edilir. Gökalp özellikle masallarında bol sıfat kullanmıştır. Ancak bu durum onun eserlerini süslü yapmaz. Gökalp kullandığı sıfatlarla eserlerine şairâne bir bakış tarzı, değer hükümleri ve bir duygu yükü katar. Gökalp’ın diğer bir üslup özelliği ise eserlerinde diyaloglara fazlaca yer vermesidir. Hem manzum hem nesir eserlerinde her zaman diyaloglar görmek mümkündür. “Üvey ana dedi: “Artık çekemem Bu afacan çocukların derdini; Ya bunları evden çıkar, ya beni… Baba dedi: “Sen üzülme bu elzem” dizeleriyle başlayan ülker ile Aydın manzumesinde bunun çok örneği vardır. Kolsuz Hanım, Alageyik, Kurt ile Ayı, Pekmezci Anne, Kızılelma ve diğer bütün eserlerinde aynı özellikleri görürüz. Bu durumu Rıza Filizok, Gökalp’ın eserlerinin manzum tiyatro dilinin eşiğine geldiğini söyleyerek açıklar. Filizok söz konusu diyaloglarla ilgili olarak da şu tespiti yapar: “Halk masallarında şahısların konuşmaları onların sosyal mevkilerine vb. göre değişmez. Gökalp, modern bir tiyatro yazarı gibi kahramanlarını karakterlerine uygun bir tarzda konuşturmuştur. Ziya Gökalp, bu tür edebî faaliyetleri ile halk kültürüne ve halk edebiyatına dayanarak, modern edebi eserler verilebileceğini göstermiş ve kendisinden sonra bu yolda çalışanlara ciddi bir örnek olmuştur.” Ziya Gökalp’in çocuklar için yazdığı eserlerde anlatıcı üçüncü şahıstır. “O” anlatımı vardır. Bu anlatıcı olaya müdahale etmez. Olayın dışında gördüğünü anlatan bir anlatıcı vardır. Çocuklara yazdığı eserler içinde nazım ve nesir masallar ağırlıkta olmasına rağmen klasik masal anlatıcısı durumunda olmayan anlatıcı çoğu zaman kahramanları konuşturmayı tercih eder. Bu eserlerde anlatıcı görülen geçmiş zamanı kullanmakla birlikte, geniş zamanı da kullanır. Gökalp’ın eserleri içinde “Ben” anlatıcı kullanıldığı da olmuştur. Daha çok bir çocuk sözüyle yazdığı Alageyik, İlahi, Yeni Attila, Yeşil Boncuk bu eserlerdendir. Gökalp anlatımında mahalli ve argo tabirler, deyimler ve kelimeler kullanmaz. Kendi dünya görüşüne uygun olarak Türk kültürüne ait kelime, tabir ve deyimleri kullanmıştır. Gramer ve köken olarak Türkçe kelimeler kullanan Gökalp anlam bakımından da kelimeleri seçmiş ve yabancı kaynaklı olanları tercih etmemiştir. Manzum eserlerinde Türkçe cümle yapısının kurallı şeklini tam kullanmasa da cümle yapıları sağlamdır. Nesir tarzı eserlerinde ise cümleler kurallı ve gramatik olarak kusursuzdur. Edebiyatın konusu insandır. İnsanoğlunun serüvenini, özlemlerini, yaşayışını anlatan edebiyat, konusunun insan olması münasebetiyle sosyal bazı görevler üstlenmiş durumdadır. Bu görev birtakım mesajları topluma ulaştırmaktır. Edebiyatçı bu görevi üstlenmiş kişidir. Toplumun bütün sorunlarını gören yazar veya şair eserlerinde bazı çözümler sunması yanında insanoğlunun iyiye, güzele ve doğruya yönelmesi için telkinlerde bulunur. Söz konusu telkinler edebiyat aracılığı ile yapılır. Cahit Kavcar bu konuyu şöyle özetlemektedir: “Sanat, hem kişinin yaratıcı gücünü geliştirmek, hem de insanlık niteliklerini yüceltmek için güçlü bir araçtır. Kalpten kalbe giden en sıcak, en dolaysız ve en sağlıklı araç. Sanatçı, duyarlığı, düşünüşü ve yorumlayışı ile dikkati çeker, öteki insanlardan ayrılır. Çünkü o, toplumun ve yurdunun insanlarının özlemlerini, ihtiyaçlarını en iyi duyan ve sezen kişidir. Genel anlamda sanatın ve sanat eserinin asıl amacı yaşamı kolaylaştırmaktır. Çünkü yaşamı yalnızca teknolojik araçlar kolaylaştırmaz. İnsanları iyiye, güzele ve doğruya yöneltme, güzellik duygusunu geliştirme ve toplumun ilerlemesi yolunda hizmet etme, sanatın temel işlevleri arasında yer alır. Sanatçı, örneğin bir yazar bu ödevlerini, bazen iyiyi canlandırmak, bazen de kötüyü, toplumun ve insanın aksak yanlarını sergilemek biçiminde yerine getirir. Vereceği dersi yasa maddeleri ya da ders notları ezberletir gibi kuru kuruya değil, sezgi, yaşantı ve telkin yoluyla, estetik yolla verir. Bu yönüyle sanat, genel anlamda eğitimin bir organı ve aracıdır.” İnsana ve topluma edebiyat aracılığı ile ulaşmak ve bazı değerleri telkine çalışmak edebiyatçıların hemen hemen tamamının yapmak istediği bir şeydir. Ziya Gökalp da aynı düşünce doğrultusunda hareket eden bir mütefekkir ve edebiyat adamıdır. O da çocuklara yönelik yazdığı eserlerde, Türklük ve insanlık için önemli gördüğü değerleri işler. Bu anlamda onun çocuk edebiyatı bünyesindeki eserleri mesajlarla doludur. Kullandığı dil ve ifade, seçtiği konular bu mesajları çocuğa daha iyi ulaştırmak içindir. Bu hususta İnci Enginün şu tesbitlerde bulunmaktadır “Gökalp’in halk masallarından derleyerek Türklük değerine göre baştan yazdığı masallardan manzum olanları, çocukların kolayca anlayıp ezberleyebilecekleri şekilde hecenin kısa kalıplarıyla söylenmiştir. Nesir olanların da dili son derece sadedir. Fakat her masal, milli ve beşerî bir değer telkin edecek tarzda yeni baştan inşa edilmiştir.” Buna benzer bir tespiti Rıza Filizok da yapar. Filizok, Gökalp’in çocuklar için yazdığı masallar üzerine bir değerlendirme yaparken şunları söylemektedir: “Halk masallarında “kıssadan hisse” çıkarma geleneği yoktur. Gökalp fabllerde ve park hikayelerinde görülen bu tekniği masallarda kullanmıştır. Ancak onun masallarında “kıssadan hisse çıkarmak” yeri “kıssadan sosyal plana geçiş”’e bırakmıştır.”
|
|
|
Kayıtlı
|
SEN TANRI DEĞİLMİSİN , ADINI YARGILATMA SANA TANRI DEYİNCE , DİNİMİ SORGULAMA YA ADAM ET BUNLARI , YA BERABER YAŞATMA KANI BOZUK OLANLAR "TÜRK'ÜM" DİYEMESİNLER 𐱃𐰀𐰴𐰾𐰃𐰤 𐰴𐰀𐰞𐰴𐰀𐰣
|
|
|
|